|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Şimdi siz bu Kur'ân'a mı şaşıyorsunuz? Ağlayacak yerde gülüyorsunuz.
Necm Sûresi: 59-60
|
23.02.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Allah mü'mine rızkını ancak ummadığı yerden vermek ister.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 22
|
23.02.2007
|
|
Binlerce günaha nasıl mukabele edilir?
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Lâtif ve mânidar ve beşaretli iki hadiseyi beyan ediyorum.
Birincisi: Meyusâne bir hatıradan müjdeli bir ihtar:
Bugünlerde hatırıma geldi ki, hayat-ı içtimaiyeye giren hangi şeye temas etse, ekseriyetle günahlara maruz kalıyor. Her cihette günahlar serbestçe insanı sarıyorlar. “Bu kadar günahlara karşı insanın hususi ibadet ve takvâsı nasıl mukabele edebilir?” diye meyusâne düşündüm.
Hayat-ı içtimaiyedeki Risale-i Nur talebelerinin vaziyetlerini tahattur ettim. Risâle-i Nur şakirtleri hakkında necatlarına ve ehl-i saadet olduklarına dair kuvvetli işaret-i Kur’âniyeyi ve beşaret-i Aleviyeyi ve Gavsiyeyi düşündüm. Kalben dedim ki: “Herbiri bin yerden gelen günahlara karşı bir dille nasıl mukabele eder, galebe eder, necat bulur?” diye mütehayyir kaldım. Bu tahayyürüme mukabil ihtar edildi ki:
Risâle-i Nur’un hakikî ve sadık şakirtlerinin mâbeynlerindeki düstur-u esasiye olan iştirak-i âmâl-i uhreviye kanunuyla ve samîmî ve halis tesanüd sırrıyla herbir halis, hakikî şakirt, bir dille değil, belki kardeşleri adedince dillerle ibadet edip istiğfar eder. Bin taraftan hücum eden günahlara, binler dille mukabele eder. Bazı melâikenin kırk bin dille zikrettikleri gibi, halis, hakikî, müttakî bir şakirt dahi kırk bin kardeşinin dilleriyle ibadet eder, necata müstehak ve inşaallah ehl-i saadet olur. Risâle-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takvâ ve içtinab-ı kebâir derecesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahip olur. Elbette, bu büyük kazancı kaçırmamak için, takvâda, ihlâsta, sadakatte çalışmak gerektir...
Kastamonu Lâhikası, s. 67
Lügatçe:
hayat-ı içtimaiye: Sosyal hayat.
takvâ: Allah’ın yasak ettiği şeylerden kaçınma.
meyusâne: Hüzünlü.
tahattur: Hatırlama.
necat: Kurtuluş.
beşaret-i Aleviye ve Gavsiye: Hz. Ali ve Abdulkadir-i Geylanî Hazretlerinin müjdeleri.
mütehayyir: Hayret içinde.
mâbeyn: Arasında.
iştirak-i âmâl-i uhreviye: Ahirete ait amellerde ortaklık.
müttakî: Allah’tan korkan, takva sahibi.
içtinab-ı kebâir: Büyük günahlardan sakınmak.
|
Bediüzzaman Said NURSÎ
23.02.2007
|
|
Rab
Allah (c.c.), Rab’dir, Mürebbî’dir. Yani Cenâb-ı Allah terbiye eder, eğitir, öğretir, büyütür, geliştirir, olgunlaştırır, kemâle erdirir. Her canlı Allah’ın terbiyesi ve rubûbiyeti dâiresinde hareket eder. Kâinatta zerrelerden yıldızlara her şey, Allah’ın rubûbiyetinin sınırsız kuşatması altındadır. Allah her mahlûkunu ve canlı cansız her şeyi husûsî tâlim ve terbiyesinde olgunlaştırır. Kullarına elçiler ve vahiyler gönderir.
Allah’ın sınırsız terbiye ediciliğini bildiren Rab ismi Kur’ân’da beş yüz küsûru Allah lâfzı yerinde olmak üzere, sekiz yüz kırk altı defa zikredilmiştir. Cenâb-ı Hak, hem “âlemlerin Rabbidir,” (Fatiha Sûresi: 2) hem de “insanların Rabbidir.” (Nas Sûresi: 1)
Rab isminin tef’îl babından ism-i fâili olan Mürebbî ismi Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği Cevşenü’l-Kebir’de geçmektedir.
İlgili âyetlerden ikisini buraya alalım: “De ki, ‘Allah her şeyin Rabbi iken, Ondan başka bir Rab mi arayayım? Herkesin kazandığı kendisinedir. Kimse başkasının yükünü taşıyamaz. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. İhtilâfa düştüğünüz şeyleri size bildirecektir.’” (En’am Sûresi: 164) “‘Yedi göğün de Rabbi, yüce arşın da Rabbi kimdir?’ de. ‘Allah’tır’ diyecekler. Öyleyse Ona karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” (Mü’minun Sûresi: 86, 87)
“İşte Hak olan Rabbiniz Allah, Odur” (Yunus Sûresi: 32) âyetinin, Cenab-ı Hakkın kâinat üzerindeki büyük tasarruflarına ve kudretinin azametli tecellîlerine işâret ettiğini beyan eden Bedîüzzaman, Hak, Rab ve Allah isimlerini zikreden Kur’ân’ın, o büyük eserlerin tezgâhını ve o büyük tasarrufların kaynağını bu isimlerde gösterdiğini kaydeder.
Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, gece ve gündüzün bir biri ardı sıra gelişinde, geminin denizde boyun eğmiş olarak yüzüşünde, gökten boşanan yağmurun ölmüş yeryüzüne inerek yeryüzünü yüz binlerce canlıyla birlikte ihyâ edişinde ve yeryüzünü bir acâip mahşer haline getirişinde, yeryüzünde hadsiz muhtelif hayvanâtın basit topraktan yaratılışında, rüzgârın bitki ve hayvanların menfaatleri lehine esişinde, gök ve yer ortasında asılı vaziyette duran bulutların itaatkâr bir şekilde boşlukta toplanıp dağılışlarında gözden kaçmayan rubûbiyet tecellîlerine âyetlerinde işâret eden Kur’ân (Bakara Sûresi: 164), aklı olanları, bu tecellîlerin tafsilatını incelemeye ve tefekkür etmeye dâvet eder. Bütün kâinatta, hususan zîhayatlarda, bilhassa canlıların terbiye ve iâşelerinde, her tarafta aynı tarzda ve umulmadık bir sûrette, beraber ve bir biri içinde hakîmâne ve rahîmâne yapılan umumî tasarruflar elbette mutlak rubûbiyetin tecellîsidirler. Bütün canlıları, kendilerini savunabilecekleri silâhlarla mücehhez kılan, yeryüzünün Rabbinden başkası değildir. Mutlak rubûbiyet hiçbir cihetle şirke müsaade etmez.
Bedîüzzaman’a göre, Rab ismi Mâlik burcunda görününce, insanlık âlemi içindeki çok açmazlar ve âlemler, nûrânî âhiret âleminden açılan pencerelerle aydınlanırlar. Kâinatta bir biri içinde binler değil, milyonlar âlem ve küçük kâinat, her birinin idâre ve tedbirinin şartları ayrı olduğu halde, gayet mükemmel bir şekilde terbiye, tedvîr ve idâre olunuyorlar. Zerreler ve hücrelerden terkip olunan mevcutlara kadar her şey, bütün kâinatı bir sayfa gibi ve bütün âlemleri bir satır gibi her an hepsini nazarına alarak kudret kalemiyle yazan, tazeleyen ve değiştiren Rabbü’l-Âlemînin vücuduna nihâyetsiz şehâdetler ediyor.
Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, insanlar ve hayvanlar, en küçükten en büyüğe kadar Allah’ın terbiye edicilik emirlerine eksiksiz boyun eğmek sûretiyle rubûbiyetin ihtişamını göstermektedirler. Yeryüzündeki yüz binlerce canlı varlık, muntazam bir ordu gibi teçhiz, talim ve itaat içinde tam bir boyun eğişle Mürebbî-i Rahîmin vücuduna şehâdet etmektedir.
Bediüzzaman’a göre, bütün eşyanın, bilhassa canlıların pek çok muhtelif ihtiyaçlarının ve isteklerinin ummadıkları ve elleri yetişmediği yerlerden münâsip ve lâyık vakitlerde verilmesi ve imdat edilmesi, binler parmaklarla Mürebbî ismine işâret etmektedir. Bütün varlıkların, teklifsizce bir birlerinin yardımında olmasından anlamaktayız ki, bütün mahlûkat bir tek Mürebbînin terbiyesindedir.
(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)
|
23.02.2007
|
|
Kalplerimize vurulmuş kilitleri fethinin nuruyla aç!
Allah’ım! Âlemlere rahmet olarak gönderdiğin zâta, onun bütün âl ve ashâbına salât ve selâm eyle. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi, rahmetin hürmetine bize ve onun ümmetine merhamet eyle. Âmin.
“Duâları ise şu sözlerle sona erer: Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” (Yûnus Sûresi: 10.)
Sözler, s. 280
***
Allah’ım en efdal, en güzel, en büyük, en zâhir, en tâhir, en hoş, en iyi, en değerli, en azîz, en azîm, en şerefli, en yüksek, en pâk, en mübârek, en latîf salâvâtlarınla; en tam, en çok, en ziyâde, en yüksek, en yüce, en devamlı selâmını bir rahmet, bir rızâ, bir af, bir mağfiret olarak ihsan eyle. Bunlar, cömertlik ve kereminin bağış bulutlarından sağanak halinde artarak devam etsin, iyilik cömertliğinin nefis ve şerefli lütûflarıyla artarak büyüsün, ezeliyetinle mütenâsib olarak hiç kesilmeden devam etsin, ebediyetine uygun olarak ardı arkası kesilmesin. Bütün bunlar, kulun, habîbin, resûlün, yaratıklarının en hayırlısı, açık ve parıldayan nur, zâhir ve kesin bürhan, uçsuz bucaksız deryâ, her tarafı kaplayan ışık, parlak güzellik, üstün şeref, şanlı kemâl olan Efendimiz Muhammed’e olsun. Bu, Senin zâtının azametiyle ona getirdiğin salâvât şeklinde olsun. Aynı şekilde onun âl ve ashâbına da rahmet et. Bu salâvât hürmetine günahlarımızı bağışla, gönlümüze ferahlık ver, kalplerimizi temizle, ruhlarımıza rahatlık ver, sırlarımızı temizle, fikir ve düşüncelerimizi arındır, sırlarımızdaki bulanıklığı sâfîleştir, hastalıklarımıza şifâ ver, kalplerimize vurulmuş kilitleri apaçık fethinin nuruyla aç.
Sözler, s. 408
***
Allah’ım, güzel isimlerinin tecelliyâtı için câmi’ bir ayna olmasıyla sıfat ve isimlerinin güzelliklerine olan muhabbetinin nurları kendisinde temessül eden; masnuâtının en mükemmel ve en bedîi olması, kemâlât-ı san'atının enmûzeci ve mehâsin-i nukuşunun fihristesi bulunmasıyla san'atına olan muhabbetinin şuâları kendisinde temerküz eden; mehâsin-i san'atının en yüksek dellâlı, hüsn-ü nukuşunun ilânı konusunda istihsan edicilerin en yücesi, san'atının kemâlâtını tavsifte en hârika zât olmasıyla kendisinde, san'atının istihsan edilmesine olan rağbet ve muhabbetinin letâifi tezâhür eden; Senin ihsanınla bütün mehâsin-i ahlâkı ve Senin lûtfunla bilcümle latîf vasıfları câmi’ olmasıyla kendisinde mahlûkatının mehâsin-i ahlâkına ve masnuâtının latîf evsâfına olan muhabbet ve istihsanının aksâmı toplanmış bulunan; Kur’ân’ında zikrettiğin ve sevdiğin bütün ihsan sahibi, sabırlı, mü’min, müttakî, tevbekâr ve Sana yönelmiş kimselere; Kur’ân’ında sevdiğin ve Seni sevmekle şereflendirdiğin bütün nev’lere üstün bir misdak ve mikyas olan, öyle ki, Seni sevenlerin imamı, Sence mahbub olanların efendisi ve dostlarının reisi olan zâta ve onun bütün âl ve Ashâb ve ihvânına salât ve selâm eyle. Âmin. Bunu rahmetinle yap, ey merhamet edenlerin en merhametlisi!
Sözler, s. 449
|
23.02.2007
|
|
|
|