Mehdîlik meselesi zaman zaman gerek yazılı, gerek sözlü biçimlerde, gerek siyasî ve gerekse itikadî alanlarda tartışmaya açılır. Bir takım çevreler veya kişiler o konuda kalem oynatmaya ve fikir sarf etmeye ihtiyaç duyarlar. Bu normaldir de. Herkes kendi fikrini istediği yer, zaman ve biçimde açıklayabilir.
Bizim bu yazıdan kastımız mehdî inancını veya mehdiliğin unsurlarını ansiklopedik biçimde saymak değildir elbet. Bu konuda zaten değil yüzlerce senedir, belki binlerce senedir açıklamalar, yorumlar yapılmıştır zaten. Bizim sözümüz, mehdîlik konusunda havsalası almayınca bu meselenin sanki bir hurafe ya da bir takım cemaat ya da zümrelerin kendi üstadlarını, şeyh veya liderlerini mehdiyyetle özdeşleştirmesinden dolayı bir mübalâğa, bir maksadını aşan hüsn-ü zan zannederek meseleye saçma gibi yaklaşanların tutumlarınadır.
İsra Sûresi’nde Resûlullah Efendimizin (asm) Mir’ac mucizesinden bahsedilirken “Kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığı Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı ne yücedir” ifadesinde dikkat edilirse, isra, yani gece yolculuğu bölümü nassca sabit ve kesin olduğu için bu bölüme iman etmek şarttır ve şüphe götürmez derecede kat’îdir. Üstelik bunun delilleri de maddî, fizik âlem ve somut bir zeminde gösterilmiştir. Resûlullaha (asm), Mir’ac dönüşü münkirlerin Mescid-i Aksa’nın kaç penceresi olduğunu sorup bir inayet eseri olarak cevabını dosdoğru almaları gibi. Ayrıca Resulullah Efendimiz (asm), Mekke’ye dönüşünde yolda mola veren bir kafilenin su kırbasından su içtiğini ve ağzını bildik şekilde bağlamadan geçtiğini, o kervanın şu kadar saat sonra Mekke’ye varacağını söylemesi ve aynen buyurduğu gibi olması da gösteriyor ki, isra bölümünün delilleri maddî olduğu için inkârı mümkün değil. Ancak oradan göğe yükselme ve Kâb-ı Kavseyn, Sidretü’l-Münteha gibi safhaları içine alan bölüm, âyette açıkça zikredilmemiştir. Çünkü burası bir mü’minin imanından gelen bir teslimiyet ve kanaatle kabul görebileceğinden ve aklı zorlayacağı için mü’minlerin imanı tehlikeye uğramasın diye muhkem bir şekilde dile getirilmemiştir. Tarikatların hemen hepsinin velâyet noktasında Mir’ac olayını referans alması da bundandır. Yani İsra bölümü risâlet yönüyle, Mir’ac bölümü velâyet yönüyle ilgilidir.
Kur’ân’daki bu incelik, insanların havsalasının alamayacağı, imtihan gereği müteşabih ve te’vile mecâli olan itikadî ve dinî konularda da hep böyle uygulanmıştır. Bize göre Mehdîlik meselesi de Mirac’daki risâlet ve velâyet farklarından dolayı velâyet bölümüne dahil olan bir alandır. İsra bölümünde diyelim ki ağırlıklı olarak ve öncelikle kâfirleri muhatap alırken, Mir’ac bölümünde öncelikle mü’minler muhatap alınmaktadır. Tarikatların mü’minleri muhatap alması da işin bu tabiatından dolayıdır.
Şimdi sadede gelirsek, lâfı uzatmadan erbâbına kısaca ifade etmek gerekirse; mehdilik, Hz. İbrahim’in (as) soyundan peygamberlerin gelmesine mukabil, Hâtemü’l-Enbiya olduğu için Resûlullah Efendimizin (asm) soyundan peygamberler yerine, onların misyonunu yüklenecek mücedditler ve en son müceddit mehdi geleceğinden dolayı konumları Risâlet bölümü değil, velâyet bölümü olduğu için bu konu öncelikle mü’minlerin iman ve itmi’nanlarına kalmıştır. Ve tabiatı gereği somut değil, soyut; fizikî değil, metafizikî bir karakterdedir. Hüsn-ü zanla ve subjektif yaklaşılan bir konu diye mehdiyyet meselesi gayr-ı ciddî addedilemez, hurafe sayılamaz. Kader meselesi gibi, tamamıyla akılla değil, biraz da vicdanî ve hâlî bir mesele olduğu için imanın basiretiyle anlaşılabilir.
Mehdî konusunda kararsız olanlara bir tavsiyemiz de şu olacaktır: Eğer mehdiyi tesbit edemezseniz, mehdinin en büyük rakipleri olan ve çağdaşları bulunan deccal ve süfyanı arayın ve tesbite çalışın. Çünkü bunlar aynı çağda birbirleriyle hem şahs-ı manevî, hem de şahs-ı maddî olarak mücadele edeceklerdir.
24.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|