Yaratılışı ve yapısı gereği doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırabilen, hayırlı ve güzeli isteyen, iyilikten lezzet alan, çirkin ve yanlıştan kaçan, kötülükten elem duyan ruhumuzun esaslı, güçlü fonksiyonu, aynı zamanda, aklın kontrolörü, haritası, pusulası ve bekçisidir.
Vücudumuz beynin; ruhumuz, akıl ve kalbin; aklımız ise vicdanımızın tanzim ve tedbiriyle hareket eder. Ruhumuzun en ileri bilgi kaynaklarından olan vicdan, akıldan üstün olduğundan pek çok gerçeği, onunla biliriz. Sevmeyi-nefreti, zevki-elemi vs.
Davranışlarımızın ahlâkî değeri olup-olmadığı hakkında öznel, kendine dayanan, subjektif bir şuurdur vicdan. Bu şuur;
• Bir fiili işleyip işlememe,
• Bir işi yapıp yapmamada sorgulama,
• Uyarma, yargılama,
• Öğüt verme,
• Reddetme, doğrulama,
• Temyiz/ayırma ve kontrol etme özelliklerine sahiptir.
Ahlâkî mesuliyetin kaynağı olan vicdanımız; akıl, mantık, kıyas, fikir, hipotez gibi yollar takip etmez. O, gerçeği doğrudan doğruya bilir. Kendi varlığımızı bildiğimiz gibi. Meselâ, bir şeyin de kendi kendine, tesadüfen veya sebepler aracılığıyla meydana gelmeyeceğini vicdanen de biliriz. Kezâ, iman esaslarını vicdanen de kabul ve tasdik ederiz.
Ruhen ve bedenen varlıkların en değerlisi, en mükemmeli, en güzeli (ahsen-i takvîm) olarak yaratıldık. Yaratıcı tarafından sayısız iç ve dış nimetler bizlere ihsan edilmiştir. Kâinat,bütün unsurlarıyla hizmetimize sunulmuştur. Göz, kulak, dil ve sâir duyu ve organlarımız rahatsızlandıklarında onları tedavi etmek için yaptığımız masrafları göz önünde bulundurarak fiyat biçebiliriz!
İşte, kalbimizde yardım isteme noktası, dayanma noktası olan vicdan, bizlere paha biçilemeyecek kadar değerli nimetler ihsan eden Yaratıcıyı asla unutmaz. Faraza dimağımız, zihnimiz, aklımız tatile girse, Allah’ın ihsan ettiği nimetleri görmezlikten gelse de, vicdan gelemez. Zaten, O’na imanı ve O’nu sevmeyi yaradılışının gayesi olarak bilen bir vicdan, gereğini yerine getirmeden rahat edemez.
Bozulmamış her vicdan, şuuruna bile varamadığı haddi-hesabı olmayan ikram ve ihsanlara karşı teşekkür etmek ister.
Vicdanımız:
• Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum?
• Kimin ikramlarıyla böyle müşfikâne terbiye olunuyorum?
• Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nâzeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?
sorularını sorar; doğru cevabı verir ve Allah’ı bulur. Çünkü âlemin her tarafına dağılmış, sonsuza uzanmış1 ve binden birisine elimizin yetişemediği ihtiyaçlarımızı karşılayanı vicdanen bilir, O’na acz ve fakr diliyle yalvarır, O’na sığınır ve duâ eder.2
Kalp penceresinden bakarak vicdanımızı ve işlevlerini daha yakından tahlile tâbi tuttuğumuzda, (vicdanın) ruhun bakan ve gören gözü, kalbin ise penceresi olduğunu müşahede ederiz.3
Dinler tarihi beşerin hiçbir devirde dinsiz kaldığını göstermez. Bâtıl, yanlış, hattâ gülünç de olsa insanoğlu bir güce inanmış ve bir manevî sistemi takip etmiştir. İnsan vicdanı mutlaka bir şeye tapınma, ibâdet etme, onu büyük tanıma, secdeye varma şeklinde teşekkür etme ihtiyacındadır. Bunu, tarih boyunca insanoğlunun, yanlış ve bâtıl dahi olsa, bir şeyleri mukaddes ilân etmesi, onlara tapınmasından anlıyoruz.
Dipnotlar: 1- Sözler, s. 289. 2- Sözler, s. 285-286. 3- Muhâkemât, s. 123.
24.02.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|