İnsanın bozulması kadar, bu dünyaya ve dünya içindeki canlı ve cansız varlıklara zarar verebilecek başka bir bozulma hâleti yoktur herhalde. En mükemmel olanın bozulması her zaman daha çok zarar verici oluyor. Tıpkı yağın bozulunca zehir gibi olduğu ve kullanılmaması gerektiği gibi. Oysa yoğurt bozulunca da ayran yapılarak içilebilir. Çünkü yağ, süt ürünlerinin en özü, yani hulâsasıdır.
İnsan da, değil bu dünyada, kâinatta bile yaratılan bütün mahlûkatın en mükemmelidir. Kâinat onun için yaratılmıştır. Kâinatın en önemli meyvesi insandır. Bundandır ki insanın tahribatı, yeryüzündeki bütün mahlukatınkinden çok daha fazla olmaktadır. En canavar olan hayvanın bile zararı sınırlı kalmaktadır. Meselâ hayvan bile bile, yani şuurlu olarak başka bir canlıya zarar vermemektedir.
İnsan ile hayvanın şu dünyada yaptıklarını bir mukayese edelim isterseniz. Vahşi diye vasıflandırdığımız hangi hayvan gözünü kırpmadan yüzlerce insanın bir anda ölümüne sebep olabilmektedir? Hangi hayvan kin, garaz ve intikam duygularını taşımaktadır?
Soruları çoğaltabiliriz. Neticede hayvanların çok masum, bir kısım insanların ise fazlasıyla zalim olduğunu göreceğiz. Meleklerden bile üstün bir duruma gelebilecek yaratılışa sahip olan insan ne yazık ki bütün mahlûkatın en altına düşebilmektedir. İnsan bozulunca öyle bir düşüşle düşüyor ki, artık hiçbir canlının olmadığı bir çukura düşmeye müstehak hale gelmektedir ki, bu çukura Kur’ânî lisanla “esfel-i safilin” denilmektedir.
Cehennem insanlık cevherini yitirmiş, yüce değerlerden uzaklaşmış insanlar için yaratılmıştır. Çünkü bu durumdaki insan kendinden başlayarak kâinatta var olan her mahlukata zulmetmektedir. Elbette bu zulmün cezasız kalması kendine zulmedilen yaratıklara haksızlık olacaktır. Bu durum da Allah’ın adalet sıfatına aykırıdır. Adil olan Rabbimizin adaleti, iyi insanların mükâfatlandırılmasını, kötü olanların, yani bozulmuş olanların ise ceza görmesini gerektirmektedir.
Bozulmanın en büyüğü insanın Yaratıcısını tanımaması ve bu dünyaya gönderiliş sebebini bilememesidir. Böylece kendini başıboş bilen insanlar nizam ve intizam dinlemeden hareket etmekte ve yaratılıştaki mükemmelliğe gölge düşürecek davranışlarda bulunmaktadırlar.
Kendini imtihana tabi tutulmuş bir kul olarak görmeyen bir insanın bu dünya hayatında yapamayacağı kötülük yoktur. Çünkü böyleleri için dünyada güzel yaşamak için başkalarının sömürülmesi gerekir. Onlar kendi menfaatlerini başkalarının zarar görmesinde arayacaklardır. Onlar dünya hayatının mücadeleden, çarpışmaktan, kuvvetlinin zayıfı ezmesinden ibaret olduğunu düşünmektedirler.
Çevremize baktığımız, meydana gelen olayların sebebini araştırdığımız zaman, zulümlerin temelinde dünyevî menfaatlerin var olduğunu göreceğiz. Dünyayı ateşe verenler, kendi şahıslarının, dolayısıyla ülkelerinin menfaatını başkalarının ezilmesinde, başkalarının yok olmasında görenlerdir. Bunlar canavarlaşmış, mahiyeti bozulmuş, tefessüh etmiş insanlardır. Bunlar mânen insanlıklarını kaybetmiş zavallılardır.
Zannediliyor ki, herkesin yaptığı yanına kâr kalacaktır. Dünyalarımızı mamur edelim derken ebedî saadeti kaybeden insanlar asıl kaybedenlerin kendileri olduğunu bilselerdi şüphesiz daha farklı davranırlardı. Daha iyi insanlardan olmak için gayret ederlerdi.
Oysa hiçbir dünyevî değer, ölümden sonraki hayat için kurtarıcı olamıyor. Dünyanın şan ve şerefine, parası ve puluna sahip olmak için insanî bütün değerleri ayaklar altına alanlar ölümden sonraki hayatta hiç de dünyada iyi bir şey yapmadıklarını anlayacaklardır. Ama oradaki pişmanlık işe yaramayacak, iş işten geçmiş olacaktır.
İnsanlar, zerre kadar iyiliğin bile karşılıksız kalmayacağını, zerre kadar kötülüğün bile cezasının verileceğini düşünerek yaşayıp, insanî değerleri hayatlarına geçirmiş olsalardı, fani olan dünya hayatı dahi çok güzel olacaktı...
26.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|