Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

İslam YAŞAR

Mehmed Feyzi Efendi



Isparta kahramanları...

Bir takdir, tahsin, tebcil ve tes’id ifadesidir bu tabir.

Bediüzzaman Said Nursî, Risâle-i Nurların telifi ve intişarı sırasında Ispartalı talebelerinin ‘harika sadakatları, fevkalâde metanetleri, fıtrî cesaretleri, iman kuvvetleri ve ihlâs hasletleri sayesinde, cihana meydan okurcasına yaptıkları harika hizmetlerini’ tebrik etmek maksadıyla söylemişti.

Bu tabir lâhika mektupları ile yayılınca, başka yerlerde bulunan Nur Talebeleri, bunu iman hizmetinin mühim bir merhalesi olarak kabul etmişler ve onlar gibi hizmet ederek benzer sıfatlar alma çabası içine girmişlerdi.

Fakat böyle mânevî mazhariyet sayılan sıfatlar taşımak için sadece dünyevî makam, mevki, itibar ve zevkleri bırakmak yetmiyordu. Onların yanı sıra, her türlü mânevî makamı ve uhrevî ezvakı da terk etmek gerekiyordu.

Nitekim Bediüzzaman Said Nursî, onlara benzemek isteyen bir talebesine, “Bu şehre bir kutup, bir gavs-ı âzam gelse, ‘Seni on günde velâyet derecesine çıkaracağım’ dese; sen Risâle-i Nur’u bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın” diyerek Nur hizmetinin bu cihetini nazara vermişti.

Bunun üzerine kendisinde hizmet cehtinin, maddî mânevî feragât faziletinin ve ihlâs hasletinin varlığını hisseden pek çok Nur Talebesi de bu gibi meziyetlerini hizmetine hasrederek Ispartalı olmadığı hâlde onları örnek alarak Isparta kahramanlarına arkadaş olmuştu.

Kastamonu’da mezkûr hitaba muhatap olan Mehmed Feyzi Efendi de onlardan biriydi.

***

Mehmed Feyzi Pamukçu.

28 Mart 1912 yılında Kastamonu’nun Müderris Atabey köyünde doğdu. İlim öğrenmeye ve öğretmeye meraklı bir insan olan babası İzzet Efendinin de gayretleriyle küçük yaşta Kur’ân okumayı öğrendi, mahalle mektebinde mahir hocaların sayesinde çok iyi bir eğitim gördü.

Bu arada Kur’ân’ı hıfzetti, Arapça’yı öğrendi. Devletin ve milletin içinde bulunduğu zorluklara, sıkıntılara rağmen zamanının çoğunu medreselerde, tekkelerde ve kütüphânelerde geçirerek hem ilmî, hem de tasavvufî yönden kendisini yetiştirdi.

Fıtratında ilme karşı gayet büyük bir iştiyak olduğundan, genç yaşta altı yüze yakın kitap okudu. İlmî çalışmaları ihmal etmeden tasavvufî hâlleri yaşayan ahlâklı, faziletli, takva ehli, ilmi ile âmil bir âlim olarak temayüz edince çevresindeki insanlar ona bir mürşit nazarıyla bakmaya başladılar.

Kendisinden ders ve feyiz almaya gelen insanları irşat etmeye çalıştıkça pek çok meselede irşada muhtaç olduğunu hisseden Mehmed Feyzi, kendisini her yönden yetiştirecek bir mürşit arayışı içine girdi.

1937 yılında İstanbul’a gittiğinde maksadını öğrenen bir hemşehrisi, Kastamonu’ya büyük bir hocanın sürgün edildiğini söyleyerek Said Nursî’den bahsetti ise de pek ilgi göstermedi.

Mehmed Feyzi’nin, Said Nursî ismine ilgisizliği Kastamonu’ya döndükten sonra da devam etti. Bir yıl kadar sonra Hizbü’n-Nuriye’yi ve Otuz İkinci Söz’ü okuyunca merak etmeye başladı.

Bilhassa “Bütün tabiatperest, esbabperest ve müşrik gibi umum enva-i ehl-i şirkin ve küfrün ve dalâletin tevehhüm ettikleri şeriklerin namına” farz edilen muhayyel şahsın ‘mevcudât-ı âlemden bir şeye Rab olmak istemesi’ karşısında varlıkların dilinden verilen cevaplara hayran kaldı.

Böyle bir eseri ancak zamanın mürşidinin yazabileceğini düşündüğü günlerde, içinde mânevî beşaret sayılabilecek pek çok işaretin de bulunduğu manidar bir rüya görünce bunu kendisine yapılmış gaybî bir dâvet olarak kabul etti ve ziyaretine gitti.

Çevresinde ismi bazı muteber sıfatlarla birlikte anılmasına rağmen sadece Mehmed Fevzi diye tanıttı kendisini. Onu, uzun zamandır hizmetinde bulunan samîmî bir talebesi imiş gibi karşılayan Said Nursî, isminin Mehmed Feyzi olmasını teklif etti. O da kabul edince, böyle lâtif bir isim tashihiyle başladı münasebetleri.

Said Nursî’yi gördüğü anda aradığı mürşidi bulduğunu hisseden Mehmed Feyzi, sık sık ziyaret ederek hem onu daha yakından tanıdı, hem de hizmetine biraz âşina oldu.

Bediüzzaman’ı ziyaret edip eserlerini okumanın çok feyizli ama yasak olduğunun farkındaydı. Tekke ve tarikatların da keşif ve kerâmet gibi mânevî zevklerle dolu olduğunu biliyordu.

Buna rağmen birini diğerine tercih edemedi ve hem ‘Isparta kahramanları’ gibi Risâle-i Nurları okuyup Bediüzzaman’ın hizmetine girmek, hem de mensup olduğu tarikatların zikirlerine devam etmek istedi.

Lâkin ondan, “Feyzi kardeşim, sen Isparta vilayetindeki kahramanlara benzemek istiyorsan tam onlar gibi olmalısın” diye başlayan, Risâle-i Nur hizmeti ile tarikatların farkını anlatan ve mezkûr ikazla biten mektubu alınca ikisinin bir arada olmayacağını anladı.

Bunun üzerine tasavvuf yolundaki makamı, sıfatı, imkânı, müridânı, mânevî ezvakı bıraktı. Kanunsuz takiplere, tacizlere maruz kalmayı, mahkemelere verilip hapislere atılmayı, sürgünlere gönderilmeyi, eziyeti, sıkıntıyı, ıztırabı, çileyi göze aldı ve Said Nursî’nin hizmetine girdi.

O sırada İkinci Dünya Savaşı başladığı için Mehmed Feyzi Efendi kısa zamanda Nur hizmetinin hazzını aldı ama hızlanmaya fırsat bulamadan ihtiyat askeri olarak İstanbul’a gitti.

Terhis olduğu zaman İstanbul’da kalmayı düşündüğü günlerde Kastamonu’da bulunan arkadaşı Tahsin’den gelen mektupta Bediüzzaman’ın kendi el yazısı ile ve kırmızı kalemle yazdığı “Feyzi kardaşım, İstanbul Eski Said’i bilir. Yeni Said’in kardaşı Feyzi’yi alıp kendine çekmesin. Senin orada kalmana Risâle-i Nur razı değil” notunu görünce vazgeçti.

Yedi ay kadar sonra Kastamonu’ya döndü, tarikatlarla irtibatını kesip diğer meşguliyetlerini bıraktı. Kendisini Risâle-i Nur hizmetine vakfedince Bediüzzaman ona ‘Küçük Hüsrev’ namını verdi.

Bunun üzerine o da “Biz bu memleket talebeleri, Isparta kahramanlarının küçük kardeşleri, belki onların talebeleriyiz; dersi, hizmeti ve ciddiyeti onlardan alıyoruz” diyerek ‘Isparta kahramanlarına arkadaş’ oldu.

Ondan sonda zamanının çoğunu Said Nursî’nin yanında geçirmeye başladı. Onunla birlikte kırlara çıkıp dağlara gitti, ona Arapça ve Türkçe kitaplarını okudu, Risâlelerin tashihine yardım etti.

Abdullah Yeğin’le, Çaycı Emin’le birlikte Bediüzzaman’ın mektuplarını yazarak Kastamonu Lâhikası’nın teşekkülüne vesile oldu; Dördüncü, Beşinci, Altıncı şuâların ve Yedinci Şuâ olan Ayetü’l-Kübra’nın telifine de yardım etti.

Gerektiğinde onun ahâli ile irtibatını da o sağladığı için Mevlânâ Halid’in, Küçük Âşık adlı müridinin torunlarından olan Asiye Hanım, Mevlânâ Halid’in mücedditlik nişanı olan ve kendisine dedesinden tevarüs eden cübbeyi, ‘Emanetin asıl sahibi odur’ diyerek Feyzi’yle Bediüzzaman’a gönderdi.

Hediye kabul etmeyen Bediüzzaman Said Nursî’nin cübbeyi alıp sahiplenmesini de “Mübarek Üstadımızın o cübbeyi kabulü, Mevlânâ Halid’den sonra vazife-i teceddüd-ü dinin kendisine intikaline bir alâmet telâkkî etmesindendir” diye düşündü.

Mehmed Feyzi Efendi, Bediüzzaman’a hizmet ettiği sekiz sene içinde, aralarında Hicaz’da bulunan ‘Kambur’ lâkaplı Kutb-u Âzam’a hitabının da bulunduğu bunun gibi daha pek çok harika hadiseye şahit oldu.

Hissiyâtı hayatının şaşaalı günlerinin hasretini çektiği zamanlar, Üstadının atının yularını tutup Kastamonu sokaklarında gezdirerek nefsini gemledi, yeri geldi günlerce karakollarda işkence gördü, eza, cefa çekti, takip ve taciz edildi ama o iman, Kur’ân hizmetinden ayrılmadı.

Yeni ve daha şiddetli taarruzlara maruz kaldıkça Üstadının, dört cihette taarruzun olduğunu, dikkat etmelerini ve demir gibi sebat etmelerini isteyen tavsiyelerini hatırlayarak sebat etti.

“Kardeşim! Çoktandır sekiz seneden fazla bir yerde kalmamışım. Şimdi buraya geleli sekiz sene oluyor. Bu sene her halde ya vefat edeceğim, ya da başka bir yere gideceğim. Belki bir daha görüşemeyiz. Bir zaman gelecek, her tarafta Risâle-i Nur’un talebeleri bulunacak. Birbirinizden ve Risâle-i Nur’dan ayrılmayınız” şeklindeki sözleri de o kerametvâri hadiselerden biriydi.

Nitekim çok geçmeden Bediüzzaman’ın evinin yanı sıra onun evine de ard arda baskınlar yapıldı, Risâle-i Nurlarla birlikte yüzlerce ilmî kitabı da alındı, karakolun daracık nezarethânesine atıldı ve günlerce ağır işkencelere maruz kaldı.

1943 Eylülünde Said Nursî’nin ardından Kastamonulu diğer Nur Talebeleri ile birlikte Mehmed Feyzi de Denizli Hapishanesine sevk edildi. Hapishanenin şartları çok ağır olmasına rağmen fazla etkilenmedi.

Zira onun da en çok arzu ettiği şey, Üstadının yanında olmasıydı. Orada hem fırsat buldukça onun hizmetinde bulundu, hem de Meyve Risâlesi’nin telifine ve Latin harfleri ile intişarına yardımcı oldu.

Denizli Mahkemesinin beraat kararı vermesi üzerine hapishaneden tahliye edilince Kastamonu’ya döndü ve eskisinden daha büyük bir şevkle Risâle-i Nur hizmetlerine devam etti.

Bediüzzaman ve talebelerinin yolu 1948 senesinin Ocak ayında girdikleri Afyon Hapishanesinin, kırık camları parmak kalınlığında buz tutan soğuk koğuşlarından geçerken aralarında Mehmed Feyzi de vardı.

Medrese-i Yusufiyede Üstadına yoldaş olan 53 maznun gibi o da hapishanede boş durmadı. Bir yandan Afyon Hapishanesinin meyvesi addedilen ‘El-Hüccetü’z-Zehra’ Risâlesinin telifine yardım etti, diğer yandan da isteyen mahkûmlara Kur’ân öğretti.

Kendisinde pişmanlık tezahürleri görmek isteyen hakimlerin karşısına çıktığı zaman “İddianame, beni Üstadım Said Nursî’nin hem sır kâtibi, hem kendisiyle, hem Risâle-i Nur’la şiddetli alâkalı, hem çok hizmet ettiğimi bahisle, bu hareketimi medar-ı mesuliyet saymış. Ben de buna karşı bütün kuvvetimle bu ithamı kabul edip iftihar ediyorum” diye başlayan müessir bir müdafaa yaptı.

Demokrat Parti iktidarını müteakip Afyon Hapishanesinden tahliye edilip Kastamonu’ya döndükten sonra da sık sık Üstadını ziyaret edip mektuplar yazarak ondan feyiz almaya devam etti.

Bediüzzaman’ın vefatından sonra evinde inzivaya çekilen ve mecbur kalmadıkça dışarıya çıkmayan Mehmed Feyzi Efendi, siyasî ve içtimaî meselelere girmekten imtina etti.

Bu yüzden yetmişli yıllarda kendisine yakın olan bazı talebelerin çeşitli siyasî partilere girmelerine de müdahale etmedi, onlara karşı çıkanlara da. Bu tavrının ihtilâflara sebep olduğunu anlatmak için ‘Beş parmak gibi parça parça olduk’ diyenlere, ‘İyi ya işte, aynı koldayız’ şeklinde nükteli cevaplar verdi.

Bir Nur medresesi hâline getirdiği evinde haftanın muayyen günlerinde kendine has usûlüyle münhasıran imanî dersler yaparak yüzlerce insanın imanının kurtulmasına veya kuvvetlenmesine vesile oldu.

1989 yılının, Mi’rac kandiline tekabül eden 4 Mart gecesinde vefat ederek Rahmet-i Rahmâna kavuştuğunda 77 yaşındaydı.

Vefatının 18. yılında, onu bir kere daha Abdullah Yeğin Ağabeyin duâsıyla rahmetle anıyoruz: “Mehmed Feyzi Ağabeyimizin kıyâmete kadar defter-i hasenâtının kapanmamasını ve bizlerin de âhirete göçen bütün ağabey ve Üstâdımızla haşr olmamızı Rahmet-i İlâhiyeden niyâz ederiz.”

04.03.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (25.02.2007) - ‘Türkiye’nin Medine-i Münevveresi’

  (18.02.2007) - Bir kış seyahati

  (11.02.2007) - Hüsn-ü zan mümkün oldukça...

  (04.02.2007) - ‘Mühim bir Âlim’i anarken

  (28.01.2007) - ‘Olmak, ya da olmamak’

  (21.01.2007) - Bu zamanın gençleri

  (14.01.2007) - Bu zamanda çocuk olmak

  (07.01.2007) - Âcziyetin zaferi

  (31.12.2006) - Bayramiye kasideleri

  (24.12.2006) - “Ankara’nın sisli yamaçları”

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004