Cehalet, zaruret, ihtilâf
ve ifsada karşı Medresetüzzehrâ projesi
Hariçten içimize sokulan ırkçılık fesadına karşı köklü tedbirler almak, milleti perişan eden mânevî hastalıklarla mücadele etmek ve medeniyet yarışında terakki edebilmek maksadıyla, Bediüzzaman Said Nursî'nin ortaya koymuş olduğu müşahhas (somut) teklifler ve reçeler vardır.
Bu reçetelerin yazıldığı eserlerin başında Münâzarât isimli eser geliyor. Bu eserin en mühim bir bölümünü ise, "Medresetüzzehrâ projesi" teşkil ediyor.
Coğrafî olarak da Müslüman toplulukların (Türk, Kürt, Arap, Acem...) merkezi noktalarından biri olan Van'da inşa edilmesini istediği ve 55 yıl müddetle tahakkukuna bilfiil çalıştığı bu "maarif projesi"yle, cemiyeti içten içe kemiren "cehalet, zaruret, ihtilâf" gibi hastalıkların tedâvi edilmesinin yanı sıra, ilim ve irfan sahasında da dünya çapında söz sahibi olacak ilim adamlarının yetiştirilmesi hedefleniyordu.
Said Nursî, İslâm birliğini (ittihad–ı İslâm) de netice verecek olan bu temel hedefinden hiç vazgeçmedi ve bunun ileride tahakkuk ettirilmesini talebelerine vasiyet ederek ayrıldı dünyadan. Bu Medresetüzzehrâ projesinin içinde, hem "Dârüttâlim" (ilk/orta eğitim) vardı, hem de "Dârülfünûn" (üniversite.)
Hükümetlerin gündeminde
Medresetüzzehrâ idalini, ilk kez 1907'de Sultan Abdülhamid'in iktidar döneminde izah ederek "mutlakıyet hükümet"inin gündemine getiren Bediüzzaman Said Nursî, daha sonra kurulan hükümetler nezdinde de aynı maksatlı teşebbüslerine devam eder.
Medresetüzzehrâ'nın inşası için Sultan Reşad zamanında İttihat–Terakki hükümeti (1912) ve M. Kemal'in reisi olduğu Ankara'daki Birinci Meclis'ten de (1923) gerekli tahsisatın (ödeneğin) ayrılmasını sağlayan Üstad Bediüzzaman, 1950'lerde iktidara gelen Demokrat Partili yöneticilere de bu mesele hakkındaki kararlı tutumunu hatırlatarak onların desteğini taleb eder.
Ayrıca, İslâm toplulukları için zaruri gördüğü bu dâvâya onların sahip çıkmalarını ister. O günlerin bir vesikası hükmünde, Üstad Bediüzzaman'ın halen hayatta olan talebesi Mustafa Sungur'un DP'li mebuslara takdim ettiği mektubun bir bölümü şöyledir:
"Üstadımız, elli beş seneden beri âzamî gayretle ve müteaddit vesilelerle Şarkî Anadolu’da Câmiü’l-Ezher’e muvafık Medresetü’z-Zehra namıyla bir İslâm üniversitesinin kurulması için çalışmış ve bunun kat’î lüzumunu daima ileri sürmüştür. Reisicumhura ve Başvekile hitaben, onları bu meseleden tebrik eden Üstadımızın yazısında denildiği gibi, 'Şark Darülfünunu' âlem-i İslâmın bir nevi merkezinde olarak beyne’l-İslâm medar-ı iftihar bir makam kazanacaktır." (Emirdağ Lâhikası, s. 410.)
* * *
* Üstad Bediüzzaman'ın Medresetüzzehrâ için yapıtığı ilk teşebbüs (1907), hapis ve tımarhane cezasıyla mukabele gördü.
* İkinci teşebbüs ve hatta fiilî çalışma hengâmında (1914), Birinci Dünya Savaşı patlak verdi.
* Üçüncü teşebbüsten (1923) sonra ise, medreseler kapatıldığı için, imzalanan ödenek verilmedi.
* Dördüncü teşebbüs kısmen tahakkuk etti. Isparta ve Anadolu "mânen" bir Medresetüzzehrâ oldu; ayrıca, Şark'ta üniversiteler açılmaya başlandı.
(Devam edecek)
GÜNÜN TARİHİ 22 Şubat 1948
Hürriyetçi bir hatip: Hüseyin Avni
Eski Erzurum mebûsu Hüseyin Avni Ulaş, İstanbul'da Hakk'ın rahmetine kavuştu.
Hürriyetçi demokrat kişiliğiyle tanınan Hüseyin Avni Bey, 1887 Erzurum (Kümbet) doğumlu.
İlk ve orta tahsilinden sonra, İstanbul'da hukuk tahsilini yaptı. Avukat oldu. Yedeksubay olarak Birinci Dünya Savaşı ile Kurtuluş Savaşına katıldı.
1918'de Kars'ta kurulan Millî İslâm Şurâ'sının hukuk müşavirliğini yaptı. Hemen ardından, Vilâyât–ı Şarkiye Müdafaa–i Hukuk Cemiyetinin kurucuları arasında yerini aldı.
1919'da yapılan Erzurum ve Sivas Kongrelerine iştirak etti. 1919 yılı sonlarında yapılan seçimlerde Erzurum mebusu olarak Osmanlı Meclisine girdi. Bu meclisin işgalci güçler tarafından kapatılması üzerine ise, diğer mebuslarla birlikte Ankara'ya gitti.
Burada da yeni teşkil olunan Birinci Meclis'te aktif görev aldı. Meclis'teki "ikinci grub"un (hürriyetçi) desteğiyle Meclis Reis Vekili seçildi. Ne var ki, Meclis Reisiyle yıldızı bir türlü barışmadı. Şiddetli münakaşaları oldu.
Halk Partisine muhalif olan Hürriyetçi Terakkiperver Fırkasına dahil olduğundan, 1923'teki seçimlerde Meclis dışında kaldı.
Ardından da 1940'lara kadar büsbütün siyaset dışında kalmaya adeta mahkûm edildi. Bunun temel sebebi, hürriyetçi demokrat bir kişilik olarak CHP'ye muhalif olması ve bilhassa Ali Şükrü Beyin 1923'te katledilmesi üzerine Meclis'te ateşli konuşmalar yaparak cesurane bir tavır takınması idi.
İşte o âteşin konuşmadan kısacık bir bölüm:
Efendiler! Bu şerefli kürsü, bugün elim bir vazifeye sahne oluyor. Bu şerefli milletin mebusları, bugün kalpleri kan bağlamış zavallı biçareler gibi birbirlerine bakıyorlar.
Efendiler! Ali Şükrü Bey, iki günden beri kayıptır. Memleketin sahibi, azametli bir tarihin sahibi, nâmusuna hakim bir milletin nâmusu kayboluyor, hükümet ise bulamıyor.
Allah'tan çok isterim ki, memleketin şu elim zamanlarındaki bu hal, âdi bir suç olarak zuhûr etsin.
Peki, ya mesele siyasi ise efendiler? O takdirde demek olur ki: 'Bu memlekette herhangi bir fikrin serdarı ölecektir, öldürülecektir.'
Ey kâbe–i millet! Sana da mı taarruz? Ey milletin mümessilleri! Sana da mı taarruz? Ey milletin mukaddesatı! Sana da mı taarruz?
Arkadaşlar, efendiler! Asırlardan beridir, bu milletin kurtuluşu için bayrağı çektik, mücadele verdik.. Milletin kurtuluşu onun hakimiyetidir.
Hakimiyet demek, onun oyunu memleket içinde serbest kullanması demektir. Bir millet, sinesinden bir mebus çıkarır. O mebusun ağzı, kalemi o milletin nâmusudur.
Bu nâmusa tecavüz eden eller kırılsın! Tecavüz sadece arkadaşlarımıza değil, milletin nâmusunadır. Böyle nâmussuzlar yaşamamalı.
22.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|