12 Eylül olduğunda Mardin milletvekiliydi Nurettin Yılmaz.
1980’de Barış Dâvâsından dolayı tutuklandı, Diyarbakır Askerî Cezaevine konuldu.
“Beni hazır ola geçirdiler, İstiklâl Marşını oku dediler.
“‘Ben devlette hakimlik, milletvekilliği yaptım. İstiklâl Marşını çok okudum. Ama bu şekilde okumam’ dedim.
“Bunun üzerine Gençliğe Hitabeyi oku dediler. ‘Bu şekilde onu da okumam’ dedim.
“‘Saçlarını keseceğiz’ dediler. ‘Saç benim için önemli değil, ama kestirmem’ dedim.
“Bunun üzerine beni geniş bir salona aldılar. Karanlık ve soğuktu.
“Bir anda vurmaya başladılar. Ne kadar vurduklarını hatırlamıyorum.
“Ağzım, gözüm patlamış, dişlerim kırılmıştı.
“Beni hastahaneye kaldırdılar.”
Felat Cemiloğlu, Diyarbakır’ın köklü ailelerindendi.
Ticaret Odası Başkanlığı yapmış AP’den Belediye Başkan adayı olmuş, 12 Eylül’den sonra Özal kendisini aday göstermişti. Ağabeyi de İsmet Paşanın 2 dönem belediye başkanlığını yapmıştı.
12 Eylül’de tutuklanıp Diyarbakır Askerî Cezaevine konuldu.
“Eşyalarımızı hücreye bırakmamız ve külot üstümüzde kalacak şekilde soyunmamız söylendi. Koridora çıkarıldık. Diğer hücrelerdekilere arkalarını dönmeleri ve yere çömelmeleri emredildi. Bize de birer süpürgeyle ortalardaki bir hücredeki suyun koridora çıkarılması emredildi. Hücre içindeki tuvaletin tıkalı olduğunu ve içeride bir karış kadar suyun içinde pisliklerin yüzdüğünü gördük... Pis suyu, içinde yüzen b..larla birlikte istedikleri hücreye doldurduktan sonra, bu hücrenin eşiği yüksekliğinde bir göl meydana geldi.
Bu suyla yıkanmamız emredildi.
Pislikle birlikte avuçlayarak başımızdan itibaren bu suyla yıkandık.”
Felat Cemiloğlu anlatıyor;
“Hücreye konulduğum 12 Haziran 1982’den sonra İstiklâl Marşının, Gençliğe Hitabenin ve andımız marşlarının tamamını öğrenmeden koğuşlara giremeyeceğimiz söylendi.
Hücrelerde sabah 5.30’da mesai başlardı.
Üst kat hücrelerinden birinden bu marşların her kelimesi bir kişi tarafından tek tek söylenir, bütün hücreler bunu tekrar ederdik. Marşların çok yüksek sesle ve canlı söylenmesi şarttı. Öğlen 12’ye kadar bütün hücrelerde hayat, hazır ol durumunda ayakta, yine yukarı hücrelerden birinin tek tek söylediği marşlarla devam ederdi.”
Sadece marş söyletilmiyordu elbette ki.
“Baba 65 yaşlarında, 1.90 boyundaydı. Oğlu, yirmi beş-otuz yaşlarında ve babasından daha iri ve cüsseliydi.
Evvelâ oğlunu babasına tokatlattılar.
Yavaş tokat vurduğu için hem oğul, hem baba coplanıyordu. Beş on denemeden sonra oğulun babaya vurduğu şiddetli tokatları beğenmediler. Bu kere oğulu babanın sırtına bindirdiler. Bir taraftan babayı copluyor, daha hızlı koşması için zorluyorlardı. Oğul babasının sırtından indikten sonra ağlamaya başladı”
Bir de köpek Co vardı.
“Sırayla Co’ya tekmil verdiriyorlardı. Co’nun karşısında, Felat Cemiloğlu, Diyarbakır, emret komutanım tekmilini çok yüksek sesle ve topuk sesiyle veriyorduk. Co, tekmili beğenmezse havlıyordu. Ve Co’yu memnun edemediğimiz için cezalandırılıyorduk.”
Felat Cemiloğlu, “Eğer yaşlı olmasaydım, cezaevinden çıktıktan sonra direk dağa çıkardım” dediği yerdi.
Burası Türkçe konuşmayı dahi bilmeyen Leyla Zana’nın eşi Mehdi Zana’yı ziyarete gelip giderken yaşadıkları sebebiyle bir numaralı militan olduğu yerdi.
Burası, şimdi DTP’nin Genel Başkanı olan Ahmet Türk’ün, bir ucundan diğer ucuna çırıl çıplak ve dayak yiyerek koşturulduğu cezaeviydi.
Burası Cem Ersever’in, “PKK akademik kariyerini Diyarbakır Askerî Cezaevinde yaptı” dediği yerdi.
İşte oranın mimarı Kenan Evren’di.
Ülkenin en kudretli adamı 12 Eylül’ün lideriydi Kenan Evren.
Ülkenin üzerinden tank gibi geçmiş, Diyarbakır Cezaevinde dayakla marş söyletilmek suretiyle bölücü Kürtlerin vatanperver olacağına inanmış, bugün kendisine “bölücü” diyen Abdülhaluk Çay’a, “Aslında Kürt yoktur. Onlar dağ Türküdür. Karda yürürken kart-kurt sesleri çıktığı için kendilerine Kürt denilmiştir” felsefesine dayanan kitabı yazdırarak, kışlalarda kart- kurt konferansları verdirerek bu işi çözdüğüne inanan Kenan Evren’di.
12 Eylül’ün ülkeye en büyük hediyesi PKK oldu.
Türkiye’nin eyalet sistemiyle yönetilebileceğine ilişkin sözleri sebebiyle Kenan Evren bir kez daha gündemde.
12 Eylül’de ülkeyi bölünmekten kurtardığını düşünen Evren, bu kez bölücülükle suçlanıyor.
O yaşı tutmayan Erdal Eren’i astırarak, “Bir sağdan, bir soldan olsun” mantığıyla Mustafa Pehlivanoğlu’nu darağacına çektirerek adaletini gösterdi. Ülkeyi işkencehanelere çevirip, binlerce gencin sakat kalmasına ya da cezaevinde çürümesine sebep oldu, ama o bu kez adalet ona da lâzım oldu.
Sanırım Evren de kendi adaletiyle yargılanmak istemez bugün.
06.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|