Benim gak deyince bölünen, guk deyince rejimi uçurumun eşiğine gelen güzel ülkem, Türkiye’m.
Çıtkırıldım, ne yazsam alınacak, ne desem huylanacak, ne çizsem küsecek sevgili rejimim.
Üç kıt’ada üç dini, her türlü etnik kimliği kendi etnikliği ve kimliği içinde, bölge bölge, eyalet eyalet yaşatan, Türk olmanın da, Kürt, Ermeni, Katolik, Ortadoks olmanın da suçlanacak, ayıplanacak, kusur addedilecek bir tarafının olmadığı, asırlarca bölünmeden bir arada yaşayan, ama ne zaman ki ırkçılık içine girmiş o zaman bölünen bir devlette, birliği ve bütünlüğü ırkçılık adına savunma komedyasını yaşayan eşsiz vatanım. (Belki uzun bir cümle, ama “bölmek” istemedim, parçalanmasın diye…)
Darbecilerin değil, darbeleri eleştirenlerin suçlandığı; “darbeyi yapanlar” ve “karşı çıkanlar” diye, sanki alelade bir ikilemin iki tarafı gibi, sanki yapmak da, karşı çıkmak kadar olağanmış gibi eşitçe tartışıldığı bölünmez yurdum. (Belki düşük bir cümle, ama nasıl olsa düşük cümleler cumhuriyet savcılarının ilgi alanına girmiyor)
Farklılıklara kuşkuyla, aykırılıklara nefretle, kendi insanına potansiyel suçlu gözüyle bakılan kendine özgü biricik cumhuriyetim benim.
Kendisini ülkenin sahibi sananların, ipi ellerinden kaçıracakları için sürekli diken üstünde yaşadıkları, ülkesinin yönetiminde söz sahibi olmak isteyenlerin diken üstünde yaşamak zorunda bırakıldıkları, gülden çok dikenlerin bulunduğu güzel Türkiye’m.
Darbecilerin darbe yaptıkları için değil, ancak söyledikleri sözden ve kendi hakim kıldıkları zihniyetten dolayı yargılanabildikleri canım memleketim…
Bir taraftan padişahları ilköğretim kitaplarında “astığı astık, kestiği kestik” diye tanımlamaktan vazgeçmeyen, diğer taraftan da o padişahlar döneminde soykırım yapılmadığını her fırsatta savunan çelişkili devletim…
Sokak ortasında işlenen cinayetlere bakıp geçen, ama düşüncesini açıklayanlar yargılanırken galeyana gelen “vatansever”lerin üstünde yaşadığı olağan üstü toprağım…
Benim canım vatanım…
06.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|