Kur’ân’ın 15 asır önce, bugün ilmî ve teknolojik gelişmelerle ancak anlaşılabilen keşif ve icadlardan; sosyal hâdiselerden bahsetmesi de mu’cizedir ve bu yönüyle de tevhide delildir. Astronomi, biyoloji, jeoloji, tıp ve sâir ilimlerle ilgili yüzlerce âyette, yüzlerce keşif ve icadlardan, ilmî hakikatlerden haber verir Kur’ân.
Oysa insan, ne kadar akıllı, zekî olursa olsun, değil bin beş yüz sene sonra; bir sene, iki sene sonra (umûmî konular hariç) vuku bulacak husûsî olayları, ilmî gelişmeleri, sosyal hâdiseleri bilemez. Bunların yüzlercesinden birisi, hepimizin bildiği meşhur Râhman Sûresi’nin 19 ve 20. âyetleridir: “O iki denizi salıverdi ki, o denizler birbiriyle kavuşurlar. Aralarında bir engel vardır, birbirine karışmazlar.”
Şimdi, “kavuşup-karışmamanın” mu’cizelik cephesine kısa bir nazar gezdirelim: Deniz suları, boğazlar yoluyla birbirine kavuşuyor, fakat suları birbirine karışmıyor! Çelişkili gibi görünen bu mesele; denizaltı araştırmalarıyla meşhur Fransız ilim adamı Kaptan Custeaun’un, 20-25 sene önceki tesbitiyle anlaşılmıştır. Şöyle ki:
Önce Akdeniz ve Atlantik okyanusunun kimyevî ve biyolojik yapısının farklılığını tesbit eder. Cebel-i Tarık Boğazında çeşitli araştırmalar neticesinde, “Cebel-i Tarık Boğazından güney yakasına (Fas) ve kuzey yakasından (İspanya), denizin dibinden akıl almaz şekilde tatlı sular fışkırdığını; her iki kıyının dibinden birbirine doğru 45 derecelik açılar halinde bu dev su kanalların, tarağın dişleri gibi karşılıklı bir baraj yaptığını; bu sebeple Akdeniz’in Atlas Okyanusuna, okyanusun Akdeniz’e karışmadığını”1 keşfeder. Yâni, sular birbirine kavuşuyor, ama karışmıyor!
Diğer yandan inci ve mercanların, denizin kimyevî yapısına göre var veya yok olma meselesi, “O iki denizden inciler, mercanlar çıkar. Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz?”2 âyetleriyle ifâde edilmektedir. Bilindiği gibi, denizler, milyarlarca küçük canlıları, bitki örtüsü, hayvanları, inci ve mercanları barındıran, Allah’ın hikmetlerini sergileyen âlemlerdir. Farklı canlı, farklı bitki örtüleri birbirine karışmamakta ve düzenlerini bozmamaktadır.
Araştırmamız derinleştikçe, hayranlık ve heyecanımız artar, gözlerimiz daha fazla kamaşır.3 Bugün; teknolojinin harika teknik cihazlarıyla ancak keşfedilebilen ilmî-fennî pek çok mevzûun özünün; Kur’ân’da dile getirilmesi; aynı zamanda imân esaslarının hak olduğunu ispat edip ilân eder. Meselâ, “Onun varlığının delillerinden biri de sizi topraktan yaratmasıdır; sonra bir beşer olarak hemen yeryüzüne yayılırsınız”4 şeklindeki hârika tesbiti ele alalım:
Modern ilim ispat etmiştir ki, insan vücûdu, arzda bulunan bütün elementleri ihtivâ etmektedir. Vücût; karbon, oksijen, hidrojen, fosfor, kükürt, azot, kalsiyum, mağnezyum, demir, manganez, bakır, iyot, klor, kobalt, zink, silisyum, aleminyum gibi elementlerden teşekkül eder.
Diğer taraftan, “kara delikler”den bahseden Vâkıa Sûresi’nin 75-76. âyetleri; her şeyin “çift” yaratıldığını; topraktaki dirilik ve hayatın sırlarını açan Yâsîn: 36, 33.; petrolden söz açan Alâk Sûresi’nin 4-5.; yağmurun meteorolojik inceliklerini dikkate sunan Zuhruf: 11.; atom çekirdeğinin içindeki hareketleri nazara veren Tekvîr: 15-16.; kâinatın genişlediğini ifade eden Zariyat: 47; arz ve semanın bitişik iken koparıldığı Enbiyâ: 30; dünyanın dönüşünü gösteren Neml: 88. âyetleriyle; su, oksijen, hava sahifesi, bitki, hayvan ve canlılar; gökyüzü ve sırlarından bahseden modern ilmî buluşlarla örtüşen hattâ, on beş asır evvel onlara işaret eden yüzlercesi; Kur’ân’ın, Allah kelâmı olduğunu ispat eder.
Bir âyet bile yalnız başına Kur’ân’ın Kelâmullah olduğunu gösterir. Çünkü, o karanlık ve cehâlet çağında, herhangi bir ilmî meselenin hayal bile edilemeyeceği bir zemin ve zamanda teknolojik derinlik ve ilmî inceliklerden haber verilmesi; ancak, her şeyi bilen ve tasarrufunda bulunduran Âlim ve Kadîr-i Küll-i Şey’in sözü olmalıdır.
İşte Kur’ân buna benzer binlerce teknik meseleyi de bildiğine göre; o insan sözü değildir. Öyle ise, Allah’ın kelâmıdır. Öyle ise, onun bildirdiği gibi, Allah birdir, şeriki, naziri, benzeri, ortağı yoktur; sonsuz sıfat sahibidir.
Dipnotlar: 1- Kur’ân-ı Kerîm’den Âyetler ve İlmî Gerçekler 1: 80.; 2- Râhmân Sûresi: 22-23.; 3- Prof. Dr. Abdüsselâm, İdealler ve Gerçekler, (Çev. Senâi Demirci, Mesut Toplayıcı) Yeni Asya Yayınları, İst. 1987, s. 12.; 4- Rûm Sûresi: 20.
28.02.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|