Darbeleri hatırlamak
84 yıllık tarihinde üç darbe ve bir muhtıra görmüş bir ülke Türkiye… Normal zamanlarda da askerî müdahalenin nefesini ensesinde hissederek yaşayan bir ülke… Üstelik halkın yönetimi ve demokrasi temel alınmasına rağmen…
Çelişkiler bununla sınırlı değil… Adeta bir zincir gibi uzayıp gidiyor. Meselâ, bazıları ülkenin içinde bulunduğu kaosu göstererek darbeleri olumluyor… Bazıları ise, bu ortamı zaten darbecilerin besleyip olgunlaştırdığını ileri sürüyor… Darbeler, sözüm ona anayasal düzeni korumak adına yapılmış. Ama her darbe anayasayı kaldırıp, yeni bir anayasa yapmış. Demokrasiyi koruma adına yapılmış, ama meclis kapatılmış. Halkın seçtiği insanlara yasak konulmuş. Bu insanlar yargılanmış, hatta asılmışlar.
Biz 80 sonrası nesil, ne 27 Mayıs 1960 darbesini, ne 12 Mart 1971 muhtırasını, ne de 12 Eylül 1980 darbesini bizzat yaşamadık. 28 Şubat 1997’de ise henüz çocuktuk. Ama şu anda bu darbelerin şekillendirdiği bir ortamda yaşıyoruz. Darbeler bugünümüzü etkilediği gibi, geleceğimizi de etkilemeye devam edecek…
Peki, hayatımızı bu kadar “derinden” etkileyen darbeleri ne kadar biliyoruz? Darbe şartlarının oluşturulması, darbe dönemleri ve ileriye dönük yansımaları hakkında ne kadar bilgi sahibiyiz?
Bunun cevabı ne yazık ki, ya hiç, ya da çok az olacaktır. Çünkü geçmişle bugünün arasındaki köprülerin yıkılması, kuşaklar arası kopukluğu da beraberinde getiriyor. Sonuçta, ortaya çıkan yeni nesiller, yakın tarihe bile yabancılaşmış oluyor. Belki de, zamanında düşünen gençliğin provoke edilmesiyle yaşanan olaylar tekrarlanmasın diye, darbeciler suyu baştan kesip gençlerin düşünmesini engellemeyi tercih ediyor. Ne olur ne olmaz diye yani!
Ancak, son yıllarda oldukça ironik bir durumla karşı karşıyayız… Dün darbecilerin yanında yer alıp, kamuoyu oluşturmada başrolü oynayan medyada, bugün gün geçmiyor ki, darbeleri eleştiren bir dizi veya film yer almasın…
Yar bana bir eğlence: Darbeli filmler …
Yılmaz Erdoğan’ın Vizontele Tuuba’sı, Çağan Irmak’ın Babam ve Oğlum’u, Ömer Uğur’un Eve Dönüş’ü, Sırrı Süreyya Önder’in Beynelmilel’i son yıllarda 12 Eylül darbesini konu alan ve ciddî gişe hasılatı yakalayan filmler…
Bunlarla birlikte, “Çemberimde Gül Oya” 12 Eylül’ü, “Hatırla Sevgili” 27 Mayıs’ı, “Şubat Soğuğu” 28 Şubat’ı anlatan diziler.
Türkiye için bu kadar önemli durak noktaları olan darbeleri, popüler kültürün aygıtları olan televizyon ve sinemada eğlencelik-seyirlik malzemeler formunda öğreniyoruz. Bu durum esasında, “toplumsal hafızasızlığımızın” bir göstergesi… Çünkü bu dizi ve filmler çekilmeseydi, genç nesil belki de darbeler hakkında hiç kafa yormayacaktı. Yakın tarihimizin dönüm noktaları olan darbeler konusundaki bilgisizliğimizi bir nebze olsun gidermeyi, en azından dikkatleri bu konuya çekmeyi başarmış görünüyor darbe dizi ve filmleri.
Anlıyoruz ki, içinde bulunduğumuz hafıza kaybının yeni ilâcı—popüler kültür çağına da uygun olarak—sinema ve dizi sektörü…
Darbeler ve “belleksizleşme”
Ünlü yönetmen Henry Bergson’ın “bellek” kuramına göre, yaşanan olaylar, ancak başka birine bir öykü, bir masal gibi anlatıldığında gerçekten unutulmuş, etkisini kaybetmiş, acısı hafiflemiş olur. Bergson, bunu belleksizleşme olarak niteler.
Son yıllarda çekilen darbe filmleri ve dizileri, senaryoları itibariyle bir unutuş-belleksizleşme öyküsü anlatmasalar da; bizatihi filmler ve diziler birer belleksizleşme örneğidir. Çünkü, 1960 darbesinin üzerinden 47, 1980 darbesinden 27 yıl geçtikten sonra, yeni nesillere sinematografik bir dille adeta birer masalmış gibi anlatılıyor- anlatılabiliyor.
Darbelerin bunca yıldır konu edilememesinde, kalın tuğlalarla örülmüş “eleştirilmezlik” duvarının büyük payı var tabiî.
Ancak, günümüzde hem darbe dönemlerinin baş aktörlerinin etkinliklerini yitirerek kendi köşelerine çekilmeleri, hem de o darbeleri oluşturan konjonktürel ortamların seyir değiştirmesi, darbelerin sinematografik bir dille—diyebiliriz ki, artık yüksek sesle—eleştirilebilmesinin önünü açmış bulunuyor. AB’ye üyelik sürecinin—tepeden inme de olsa—sağladığı özgürlük ortamının katkısını da unutmamak gerek…
Bir masalmış geçen darbeler
Darbeleri bizzat yaşamış olanlar, bu dizi ve filmleri izlerken, o günleri hatırladıkları için, belki acıları tazelendiği için ağlarken; acaba genç nesil bu “gerçekliği” ne kadar hissedebiliyor?
Gençlerin daha önce kulaktan dolma bilgileri haricinde, derin bir malûmata sahip olamadıkları bir konu olan darbeler; sevilen aktör ve aktrislerin rol aldığı, kimi zaman dramatik, kimi zaman mizahî bir dille öyküleniyor. Bu da, darbelerin “gerçekliğini” kırarak sanallaştırıyor. Belki gençler de bu yapımları izlerken duygulanıp ağlıyor, ama bunda—bir çok hayâl ürünü yapımda olduğu gibi—dramatik etkinliğin ağırlıklı payı var.
Niçin sadece 12 Eylül?
Darbeler konulu yapımların ağırlıklı olarak 12 Eylül üzerinde odaklandığını görüyoruz. 12 Eylül ağırlıklı yapımlar, neden belli bir ideolojik bakışı yansıtıyor? Şayet 12 Eylül sırf “solcu olmayan” kesimleri hedef alsaydı dizi ve filmler aynı şekilde 12 Eylül üzerinde yoğunlaşır mıydı? Diğer darbelerin görmezlikten gelinmesi ideolojik bir tavır; daha da vahimi bu darbeleri olumlamak anlamına mı geliyor?
Aynı yapımcı ve yönetmenler 60 ve 28 Şubat darbelerinin hedefi olan kesimlerin yaşadığı dramları ortaya koyacak yapımlara da niçin imza atmıyor? Sonuçta amaç, darbe dediğimiz şeyin, hangi ideoloji adına yapılırsa yapılsın, kabul edilemez olduğunu ortaya koymak olmalı…
İstisnaî olarak, 60 darbesini konu alan “Hatırla Sevgili” ve 28 Şubat’ı konu alan “Şubat Soğuğu” ve “Yağmurdan Sonra” dizileri mevcut. Ancak bunların yukarıda dile getirdiğimiz eleştiri ve endişeleri kaldırmaya yeterli olduğunu söyleyebilir miyiz?
Taze bellek: 28 Şubat
Türkiye’nin üç darbe yaşadığını belirttik yazının başında. Ancak daha çok 60 ve 80 darbelerinden bahsettik. Yakın tarihte yaşadığımız 28 Şubat “örtülü- postmodern” darbesi ile ilgili sinema filmleri üretilmiyor. Çünkü, 28 Şubat belleklerdeki yerini koruyor.
60 ve 80 darbeleri için çok geç de olsa yıkılan “eleştirilmezlik” duvarlarının, 28 Şubat için her geçen gün biraz daha kalınlaştığı doğru… Eğer 28 Şubat atmosferinin dağılmasını, aradan uzun yıllar geçmesini ve “belleksizleşme”nin gerçekleşmesini beklersek, yine gelecek genç nesillerin kendi ülkesi ve tarihine yabancılaşması-toplumun hafızasızlaşması kaçınılmaz olacak. Bu yüzden, 28 Şubat, diğer darbelerin “unutuluş ve masallaşma” sürecini yaşamadan, yeni çağ ve nesillerin kültürü olan popüler kültürün bellek tazeleme araçları televizyon ve sinema vasıtasıyla anlatılmalı…
Aradan geçen on yıl içinde, senaryolar için gerekli “gerçek” öyküler ziyadesiyle birikti. Meselâ; eşleri başörtülü olduğu için YAŞ kararlarıyla “yargılanmadan” görevinden uzaklaştırılan subayların, 28 Şubat ideolojisine ters düştükleri için yükseltilmeyen veya atılan akademisyenlerin ve yine başörtülü oldukları için eğitim hakları ellerinden alınan binlerce genç kızın yaşadıkları dramlar, onlarca dizi ve film yapmaya yeter de artar bile…
Bir toplumun geçmişe ait bilgisi ne kadar derin olursa, geleceğe dair öngörüleri de o kadar kuvvetli olur. O yüzden, tarihimizin yüz karası olan darbeleri–ideolojisi ne olursa olsun–bilmek, anlamak ve idrak etmek son derece önemli… Çünkü, darbeler geçmişte ördükleri ağlarla bu günümüze ve geleceğimize de ağır “darbeler” indirmekte… Biz 80 sonrası nesil için artık çok geç… Ancak; 90 sonrası, 2000 sonrası nesillerin daha müreffeh ve ileri bir ülkede yetişmeleri; biz gençlerin, darbeleri–şu veya bu şekilde–iyi öğrenmemize, bilmemize, darbelerin ülkeye verdiği zararları hafızalarımızda her daim taze tutmamıza bağlı. Ancak o zaman, aynı kriz ortamlarıyla karşılaşıldığında, geçmişte yapılan hataları tekrarlamayarak, darbecilere karşı demokrasiden yana tavır alabiliriz…
|