Hakikat kategorik veya maniheist değildir. Aksi takdirde hakikat yerinde sayardı. Halbuki hakikat devingendir yani perdelidir, hareketlidir. Onu sabit zannedenler yanılırlar ve hakikat üzerindeyken hakikatın altlarından çekilmesiyle birlikte açıkta kalırlar ve hakikattan kopuk hale gelirler. Zamanla Yahudilerin ve Hıristiyanların yaşadığı gibi.
Hans Küng’ün konuşma yaptığı oturumda görüşlerini arz eden Devlet Bakanı Mehmet Aydın gerçekten de entelektüel bir sunum yaptı. Elbette her dediğine veya her yaptığına katılacak halimiz yok. Ama komplekse girmeden artılarını ve katkılarını da görebilmeliyiz. Bu anlamda, Hans Küng’e katkıda bulunan hatta onu aşan bir konuşma yaptı. Benim için calibi dikkat olan bir sözü ve tesbiti vardı: Hakikat menşeinden mustakildir. Bu zaman zaman gözardı ettiğimiz ve yanıldığımız bir nokta. Bazıları bu noktayı kör nokta olarak da tanımlıyorlar.
Bazen hakikî dost düşman suretinde görünür. Biz de o görüntüye aldanırız ve gerçek dosttan istifade etmeyi beceremeyiz. Aksine mahrum oluruz. Bu hususta Mehmet Aydın ilginç bir tarihî anekdot anlattı. Adı ‘mason Şeyhülislâm’a çıkan Musa Kâzım Efendi meşrutiyet günlerinin şeyhülislâmıdır. Özellikle halkın bir kısmı ve ulemadan da bazı zevat meşrûtiyete ‘Din elden gidiyor’ diye karşı çıkıyorlarmış. ‘Meşrûtiyet diye bir bidat çıktı ortaya’ diye öfkeyle söylenip duruyorlarmış. Bu kalabalık bir gün Musa Kâzım Efendinin kapısını çalmış. Konuyu danışma ihtiyacı hissederler ve meramlarını şöyle dile getirirler: “Meşrûtiyet diye bir bidat çıktı. Güya halk da söz sahibi olacakmış. Bu kavram ve yöntem aynı zamanda Batı’dan ithal. Buna ne dersin?”
***
Musa Kâzım Efendi meşrûtiyet kavramına Batı’dan ithal diye karşı çıkanlara şu cevabı veriyor: “Hakikat menşeinden müstakildir...” Mehmet Aydın bu cevabı naklettikten sonra devam ediyor: “Kindi de öyle söyler. Komplekse kapılmaya gerek yok...” Komplekse kapılan kendisi zarar eder. Halis Çelebi ‘Fitnetü Hizbullah’ yazısında (El Mecelle dergisi) bu meseleye temas eder.
Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi veya Kindi gibi İbni Haldun’dan sonra şarkın yetiştirdiği ender tarihçi ve sosyologlardan olan Malik Binnebi de fikir ile fikrin sahibini veya şahsı birbirine karıştırmamak gerektiğini söyler. Elbette fikrin taşıyıcı modelleri olması lâzım. Bazen Haricilerin Hazreti Ali’ye karşı yaptıkları gibi doğru bir hüküm veya düşünce yanlış bir zeminde kullanılabilir veya doğrular manipüle edilebilir. Bunlar ayrı şeyler. Doğrunun kullanılması veya suistimali başka doğrunun yanlış bir adamdan suduru daha başkadır. Daima doğruların yanlış sahipleri veya yanlış adamları olagelmiştir. Bundan dolayı yanlış adamın doğrularına bigâne kalmak saflık suretinde hamakatı temsil eder.
Buna dair Malik Binnebi ilginç bir değerlendirmede bulunur ve şunları söyler: “Silmiye’de Halid Hasun, şahısla fikir arasındaki bağımsızlığı ispat etmek için gençler arasında bir deney yapar. Deney yaptığı gençler Seyyid Kutup hayranıdırlar ve bundan dolayı realist gördükleri Malik Binnebi’den de nefret etmektedir. Hasun, Seyyid Kutup ile Malik Binnebi’nin fikirlerini harmanlar. Malik Binnebi’nin fikrini Seyyid Kutup’a mal ederek gençlerden fikir hakkındaki görüşlerini sorar. Gençler harika bir fikir olduğunu söylerler. Bu sözün Seyyid Kutup’a değil de Malik Binnebi’ye ait olduğunu söylediğinde gençlerin yüzü buruşmuştur. Fikirlerin sevkinde ve pazarlanmasında şahısların böyle korkunç bir rolü vardır...”
Buna nefret veya sevgi de diyebiliriz. Sevgiden dolayı nice yanlış fikirleri kabul ederken, nefretten dolayı da makbullerini reddederiz. Öyleyse sevgi ve nefretimizi daima kontrol altında tutmamız gerekir. Gençler sosyolojik gerçekler üzerinden zıplamak istediklerinden ve şartlarla yüzleşmek ağır geldiğinden kolayını ve hızlısını seçerler. Bu yüzden de Seyyid Kutup bu hislerini işba ettiğinden dolayı sevimli, Malik Binnebi de sevimsiz gelmiştir.
***
Ama asıl yanlış, kitlelerin bu duygularına aldanmaktır. 10 yıl önce sokaklarda Hasan el Benna’ya tezahürat yapanlar ve sokakları inletenler on yıl sonra modellerini Nasır’la değiştirmişlerdir. Bu sefer de sokaklarda onun adına nümayiş yaparlar. Bundan dolayı hissin dostu, çok ama hakikatın dostu azdır. Bazen hakikat düşmanın ağzından da sadır olabilir. Bunu reddetmek düşmanı reddetmek değildir. Burada daima hatırda tutulması gereken şey gerçek dostun hakikat olduğudur. Aristo Eflatun için böyle söyler: “Her ikisi de dostumdur, ama hakikatın dostluğu daha evlâdır...” Sadakat üstada değil dostluğa olacak. Zira şakirdin de üstadın da ortak dostu hakikattır.
28.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|