İstanbul Belediyesi’nin dâvetlisi olarak İstanbul’a gelen ve buradan dünyaya İstanbul Boğazının ve Köprüsünün çağrısını ve mesajını sunan Hans Küng İslâmın hiçbir şekilde kökten dinci bir din olmadığını ifade ediyor. Bu anlamda Hintli Asghar Ali Engineer ve Beyza Bilgin’in de İslâmî referanslarla küresel ahlâk kavramını onayladıklarını ifade ediyor. Hans Küng İslâm’a göre de masum ve suçsuz bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek gibi olduğuna parmak bastı. İslâm insana ve hayata saygıyı esas almaktadır. Öldürme ve yok etme dürtüsünü ise mayalanma ve nüvelenme aşamasında iken yok ediyor. Bu anlamda Peygamberimiz ‘Katil de maktül de ateştedir’ buyurunca sahabiler şaşırıyorlar ve şunu soruyorlar: “Katili anladık da maktülün suçu ne?” Bunun üzerine Peygamberimiz kasıtta ve niyette eşit olduklarını nazara veriyor ve şöyle diyor: “Katil önce davrandığı için ötekini öldürdü. Maktul hızda katili geçseydi arkadaşını o öldürecekti...” Demek ki fiil kadar niyet de önemli. Burada adaletin ve hakkaniyetin önemi ortaya çıkıyor. Haksızlık ve yolsuzluk ahlâk ve adalete engeldir. Ancak adil insan inanmış insandır. İnsanoğlu kin hissiyle adaleti gölgelememelidir. Küng İslâmın zekât farizasıyla dayanışma kültürünü pekiştirdiğini anlattı. Yine sözleri arasında tölerans ve hoşgörü kültürünün ve onların da ötesinde sadakatin kesinlikle manipüle edilmemesi gerektiği üzerinde durdu. Zira manipülasyon güveni engeller. Güven ise bütün ilişkilerin temelidir, harcıdır. Bütün ilişki türleri güven üzerine kuruludur. İlişkileri dayanıklı ve metanetli kılan güvendir. Bu itibarla, güvenin manipülasyonlarla zedelenmemesi gerekir. Küresel ahlâk bağlamında eşitliğin de önemli olduğuna vurguda bulundu. Bu anlamda birbirini seven kadın ve erkeklere aynı statü sağlanmalıdır. Daima yasal zeminde kalınmalıdır. Allah’ın ilk mahlûku olarak da insan öncelenmelidir. Bu anlamda Hans Küng bir hadise atıfta bulunmuştur: “İnsan kendisi için istediğini başkası için de istemedikçe kâmil mü’min ve insan olamaz.” Bir başka hadisi şerifte de ‘İman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız’ buyurmuştur.
***
Hans Küng üç dinde ayıran noktalardan ziyade birleştiren noktaların ve müşterek alanların fazla olmasının kendisini ziyadesiyle bahtiyar ettiğini söylemiştir. Hukukun etiği manipüle etmemesi gerektiğini bilhassa hatırlatmıştır. Bazen kategorik hukuk evrensel olan ahlâkı manipüle edebilmektedir. Hazreti İsa’nın geliş nedeni tam da işte bu noktadır. Hukukun ahlâkı manipüle etmesi meselesi. Ama Pavlus ise ahlâkla hukuku maniple etmiştir. Yani piramidi tersine çevirmiştir. Veya başka bir ifadeyle Hazreti İsa’nın geliş gayesi, Yahudilerde yaygınlık kesbeden hile-i şeriyye veya hukukta çifte standart anlayışını tadil etmektir. Hukuki çifte standart, ahlâksızlığın ta kendisidir. Hans Küng hukuk ve inancın evrensel ahlâkı manipüle etmemesi gerektiğini de vurguluyor. Huntington’ın Medeniyetler Çatışması kitabından önce 1990 yılında Küresel Ahlak kitabını yazdığını anlatan Hans Küng 1998 yılında Boğaz Köprüsü üzerinde söylediklerine bir kez daha atıfta bulunmuştur. Ona göre sözleri ütopya olarak değerlendirilmekten çok uzaktır ve hâlâ geçerliliğini korumaktadır. 1998 yılında Köprü üzerinde şunları söylemiştir: “Bizim köprülere ihtiyacımız var. Eskiden bu köprünün olması mümkün görünmüyordu. Ama bugün var. Bu şehrin geleceği ne olacaktır? 1300 yıldan beri devam eden kültür mirasının sahibi kim olacaktır? Laikler mi, modernistler mi yoksa köktenciler mi? Bu mirasın sahipleri İslâm’ın eskimeyen evrensel değerlerini muhafaza ederek bugüne taşıyanlar ve adapte edenler olacaktır. Köktendincilerin veya fundamentalistlerin bu mirasın sahibi olmalarını uygun bulmuyorum, İslâmiyet ayıran değil buluşturan ve barıştıran bir dindir...” Küng laikçi fundamentalistlerin de dindar fundamentalistlerin de bu mirasın sahibi olamayacaklarının altını çiziyor. Esasen köprü benzetmesi ve vurgusuna en fazla müracaat edenlerden birisi sabık Papa II. John Paul idi.
***
Küng kemalizmin ferdin manevî ihtiyaçlarına bigane ve yabancı kaldığını, cevap veremediğini ve bunun tamir edilmesi gerektiğini söylüyor. Bu noktada çarpıcı bir teklifi var: Müslümanlar veya dindarlar ülkeyi domine etmeye (ele geçirmeye) çalışmamalılar. Laikler de dini, kamu hayatından atmaya çalışmamalılar. Laikçiliğe göre fert ya ateist ya da agnostik olmalıdır. Bunu da Fransız etkisini bağlıyor. Siyasette İngiliz, laiklik anlayışında da Fransız etkisi bir çıkmaza yol açmış ve ülkeyi kilitlemiştir. Ele geçirme ve dışlama dürtülerini yanlış buluyor. Herhalde küresel ahlâk da buna amirdir.
25.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|