Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz, kullandığımız ve faydalandığımız eşyaya varıncaya kadar herşey Allah’ın birer ihsanı ve ikramıdır. Onun için yerken, içerken, giyerken, kısacası her hâlükârda Allah’ı hatırlar, Ona şükür ve hamd ederiz. Zaten hayatın bir anlamda gayesi de hamd ve şükür değil midir?
Ne var ki insanoğlu verildiğinde sevinir de alındığında üzülür, şikâyete başlayıverir. Oysa Allah verirken de, alırken de kulunu denemektedir. Verdiğinde şükre, aldığında da sabra davet etmektedir.
Kur’ân kulun bu şikâyetçi, isyankâr hâlini şöyle anlatır: “Ne zaman Rabbi onu imtihan etmek için kendisine nimetler verse ve ikramda bulunsa, insan ‘Rabbim beni üstün kıldı’ der. Ne zaman rızkını daraltarak imtihan etse, bu defa da ‘Rabbim bana hor baktı’ der.”1
Verilince iyi de, alınınca niye kötü? Hepsi Allah’tan değil mi? Sonra şükür de, sabır da sevap kazandırır. Sonuç kazanç. İmtihan hakkı ise Allah’a ait. İnsana düşen de varlıkta şükür, yoklukta sabretmektir.
Hz. İbrahim (as) büyük bir iştiyakla Rabbinden evlât istemiş ve ihsan ettiğinde de onu kurban edeceğine söz vermişti. Onca yıl bekledikten sonra tam 99 yaşında evlâda kavuşan Hz. İbrahim, Rabbinin hatırlatması üzerine oğlu İsmail’i kurban etmeyi göze almıştı. Veren Allah’tı. Şimdi ise emanetini istiyordu. Özlemle bekleyip kavuştuğu biricik evlâdını en çok sevdiği Rabbi için kurban edecekti. Göz kırpmadan fedâya girişmiş, imtihanı başarıyla kazandığı için Cenâb-ı Hak onun yerine koç kurban etmesini emretmişti.
Demek Cenâb-ı Hak bazan çok sevdiğimiz şeyleri ihsan etmekte, bazan da hikmeti gereği onu almaktadır.
Resûl-i Ekremin (a.s.m.) kızı Hz. Zeynep’in Ebu’l-As bin Rebi’den Ümame ve Ali isimli iki çocuğu olmuştu. Küçük yaşta vefat eden Ali ölüm döşeğine düştüğünde Resûl-i Ekrem (a.s.m.) hemen yetişti. Son demlerini yaşıyordu. Herkesin, özellikle kızının teselliye ihtiyacı vardı. Şöyle buyurdular Kâinatın Efendisi (a.s.m.): “Şüphesiz ki veren de Allah’tır, alan da. Allah’ın indinde herşeyin tayin edilmiş bir eceli vardır.”
Sonra da can çekişen çocuğu kucağına aldı. Gözlerinden yaşlar döküldüğünü gören Sa’d bin Ubade, “Ya Resûlallah, siz de mi ağlıyorsunuz?” dediğinde, “Bu, Allah’ın kullarının kalbine koyduğu bir rahmettir. Allah kullarından ancak merhametli olana merhamet eder” buyurmuşlardı.
İnsan elbet fıtratı gereği üzülecektir, ağlayacaktır. Ama ölçüyü kaçırmadan. Allah’tan geldiğini, yine Ona gittiğini düşünerek. Rahmeti, hikmeti sonsuz Allah ne murat etmişse o olur.
Dipnotlar:
1- Fecr Sûresi: 15-16.
01.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|