Geçtiğimiz Şubat tatilinde Manisa Demirci’de bir grup başarılı üniversiteli kız öğrenci bir okuma programı düzenlemişler. Bir hafta boyunca sabah namazından itibaren okuyup müzakere ederek, düşünüp tartışarak kalplerini ve akıllarını zenginleştirmişler, ruhlarını inkişaf ettirmişler, gönül dünyalarını yarınların hizmet ufkunda dalgalandırmak üzere harekete geçirmişler.
Programın sonunda bir fikir platformu oluşturmuşlar ve beyin fırtınası yapmışlar. Sorunlarını tartışmışlar. Platform sonucunda oluşan fikir demetlerini de köşemize yazmışlar. Biz; sorunlarını sorunlarımız sayarak, güzel ülkemize, okuyan ve okumak isteyen Türkiye’nin nesl-i âtisi gençler açısından daha sorunsuz günler dileyerek, yazdıklarını sizlerle paylaşıyoruz:
Mukadder Demir: “Ben, diğer kardeşlerim gibi bir başörtüsü mağduruyum. Zararımız, gençliğimiz göz ardı ediliyor. Eğer biz de bu ülkenin vatandaşıysak, bizim de babalarımız bu ülkede vergi veriyorsa, artık biz de eşitlik istiyoruz, adalet istiyoruz, başörtümüzle okumak istiyoruz. Diğer kardeşlerimiz gibi biz de insan olduğumuzu anlamak istiyoruz. Asıl duâların sahibine emanetiz.”
Ayşe Küçüker: “Nedir başörtüsü? Bir aksesuar mı? Hayır! Başörtüsü bu kadar kıymetsiz olamaz! O bir şeâir ve bizim koruyucu meleğimiz. Hakkını veriyor muyuz elmas kıymetinde olan başörtümüzün? Fatma anamız gibi biliyor muyuz örtümüzün kıymetini? Başörtüsü İslâmiyet’in nazik, nazenin, nazdar bir çiçeği, yüreğimizin kanayan yarası, vücudumuzun ayrılmaz parçası, hani ruh bedenden çıkınca beden bir anlam ifade etmez ya, tıpkı bunun gibi başörtüsü.. Bedenimize hayat veriyor, hayatımıza anlam katıyor.”
Ünzile Kaya: “İnsan, fıtratı gereği örtünme ihtiyacı hisseder. Nasıl ki sahip olduğumuz bir elması elimize alıp sokak sokak gezdirmeyiz, ipekler arasına sarıp sandıklara koyarız kilitler vururuz üstüne.. Öyle çok saklar, sakınırız, onu her şeyden, herkesten.. Peki, asıl mücevher hükmünde olan insan, hususan kadın, niçin kendini sokaklarda teşhir etme ihtiyacı duyuyor? Asıl mülk sahibi Cenâb-ı Hakkın vermiş olduğu en kıymetli emaneti ulu orta teşhir etmemiz ne kadar akıl kârı bir davranıştır! Niçin o emanete hakkıyla sahip çıkmıyoruz, niçin koruyup gözetmiyoruz? Bu hassas dâvâmızda ihlâs, uhuvvet ve tesanütle hareket etmediğimiz sürece bireysel çırpınışlarımız fayda vermeyecektir. Tüm din kardeşlerimizi tek vücut halinde bu dâvâda birlik olmaya ve duâya çağırıyorum. Muvaffak olma temennisiyle.”
Fatma Ulusoy: “Bir başka sevdik biz onu, bir başka değer verdik, bir başka âşık olduk hani ölümüne olanlardan. Bir başka baktık biz ona, onu bir başka taktık. Ama hiç kimse bizi anlamadı, anlayamaz da. Evet, biz bir şeâire bağlandık. Bu bağ o kadar kuvvetliydi ki, gücünü bin yıllık ecdadımızdan alıyordu! Ama bir o kadar da narindi. Kopardılar bağımızı! Artık hep gözyaşımız vardı başörtümüz yerine. Ama şunu bilmediler: Saçlarımız kadar başımızı fedâ edeceğimizi bilmediler, bilemezdiler de.. Elbette bir gün bitecek; bittiği gün gözyaşımız dinecek! Ey mağdur kardeşler; her zaman ümitvâr olunuz.”
Büşra Nur Ünlü: “Başörtüsü... Bir hayat duruşu… Güçlü bir İslâm inancı… Amacım okumaktı. Ben de kavga için gelmemiştim. Tevekkül umut pırıltısı saçan gözlerin onurlu bekleyişini gözyaşlarımın ılık sağanağı boşalırken seller gibi dik durmayı öğrendim şemsiye niyetine tutarken vakarımı. Henüz yaşım 18. Çocukluktan yeni çıktım daha. Hani şu yaşıtlarım banka reklâmlarında zıplarken, hâlâ oyuncaklarımdaki polis maketi canlanıp dikildi karşıma. Bunlar gerçekti, vurduğunda acıtacak kadar gerçek. Suç onların değildi, onlar da emir kuluydu çünkü... Bu zulüm bir gün bitecek. Yıldıramazsınız imanlı sineleri!”
Şeyma Kösmene: “Günlük değil, bir ömürlük fırtına yaşadığımız. Bizim bu derdimiz, bu fırtınamız hiç dinmedi. Defalarca tartıştık, çok gözyaşı döktük, çok çaba sarf ettik, çok yıprandık. Bazılarımız çaresizlikten boyun eğdi, bazılarımız terk etti ülkeyi, bazılarımız uzaktan seyirci kalmayı tercih etti. Belki hepimiz kaybettik, belki hepimiz kazandık. Ama hiç ayrılmadık, hiç vazgeçmedik, hiç vazgeçmeyeceğiz. Yok, öyle ye’se düşmek, isyanlara girmek. Bu zulüm bitecek bir gün; inanıyoruz. Birlikteyiz duâlarımızla, duâlarınızla.”
Dilek Gürbunar: “Ey bizi tahkir edip hor görenler! Ninelerinize bir bakın! Çanakkale savaşına evlâdını vatanına kurban olsun diye kınalayıp dualarla gönderen analarımıza bir bakın! Onlar da başörtülü.. O günler ne çabuk unutuldu? Şimdi ise ne esef verici ki, değer verilmiyor o kutsal şeâirimize. Tek kelimeyle kınıyorum!”
Emine Gökdemir: “Sesimize kulak verecek misiniz? Biz sizden sadece saygı bekliyoruz ve inancımızı rahatça yaşayarak okumak istiyoruz. Çok şey mi istiyoruz? Bizim kimseye zararımız dokunmadı, dokunmuyor ve dokunmayacak da. Siz zulme devam etseniz bile.”
01.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|