Çok konuşanları pek sevmeyiz. Hele yalan söyleyenleri hiç sevmeyiz.
“Sen sus, gözlerin konuşsun / Gözler kalbin aynasıdır” mısralarını dillendiren şairin temsili gayet güzeldir.
Ve âyet bizi bize öğretir: “Siz onları simalarından tanırsınız.” Hadiste ise “Mü’minin ferâsetinden sakının. Çünkü o, Allah’ın nuru ile bakar”
Ve İki Cihan Serverini gören gözler “Vallahi bu simada yalan olmaz” diyerek iman etmişlerdir.
İşte, günümüzde dile getirilen “beden dili”, “empati”, “psikolojik danışmanlık”, “konu uzmanlığı”, “kişisel gelişim”, “sosyal iletişim” gibi birçok konu, aslında sünnet-i seniyyenin bir yansıması.
İnsanlar bu kaideleri icad etmemişlerdir. 1400 yıl öncesinde bunlar bir bir hayata geçmişti. İnsanlık bunlar ile hayatlarına hayat kattılar.
Halimiz, ahvâlimiz, davranışlarımız, şefkatimiz, şecaatimiz, metanetimiz, azmimiz, mertliğimiz, hürmetimiz... Bunlar bir bir hayatımızda hâkim oldukça beden dilimiz konuşmaya başlar.
“Ben” yerine “biz”, “kusur” yerine “af”, “almak” yerine “vermek”, “sövenler” yerine “susmak”, “öfkelenmek” yerine “itidal”...
Musibete ve ahde vefâsızlığın acı girdabına muhatap olduğunuzda “Kol kırılır, yen içinde kalır” adabına uyarak, “Başın öne eğilmesin. Aldırma gönül aldırma. Ağladığın duyulmasın, aldırma gönül aldırma” diyebilmek beden dilinin nağmeleridir.
Tebessümü simasından hiç eksik etmeyenler, hep pozitif duygular ile hayatlanmışlardır.
Beden dilini ters yüz eden şeyler ise, saydığım şeylerin tersinden yaşanmasıdır.
Hayat halleri ise dünyanın karma karışık olaylarında hep devam edegelmiştir.
Söz uçar, acı ve tatlı yankıları kalır. İz bırakır. Bu ise bedeninizi hangi yolda kullandığınıza bağlıdır.
08.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|