Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 08 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Aile müessesesi

Sekiz Mart Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmaktadır. Oysa her gün kadınların günü olmalıdır. Senede bir günün kadınlar günü olarak kutlanması bence kadınları aldatmaktan başka bir şey değildir. Halbuki bizim anlayışımızda kadın, her şeyin temelini oluşturmaktadır.

Ailede kadın temel, erkek çatıdır. Bu anlayıştandır ki, ecdadımız “Yuvayı dişi kuş yapar. Beşiği sallayan el, cihana hükmeder. Beşiği sallayan, eşiği kollayan ve çocuğu hayata yollayan kadındır. Kadın eştir ve anadır” demişlerdir. Bu görüşler çerçevesinde olaya bakarak meselenin bir kritiğini yapma ihtiyacını duydum.

Günlük gazeteleri ve mecmuâları tetkik ettiğimiz zaman çok ciddi aile problemleriyle karşı karşıya olduğumuz bir vakıadır. Bu ciddi aile problemi sudan bahanelerle boşanmalardır. Devlet İstatistik Enstitüsünün 1989 yılı kayıtlarına göre Türkiye’de mahkeme kararıyla 24.000 ailenin boşandığı tespit edilmiştir. 2005 yılının ortaları itibariyle resmî nikâhlı olup mahkemelere boşanmak ve ayrılmak için başvuranların dosya sayısı 185 bin civarındadır. Ve bu her yıl belli yüzdelerde artmaktadır. Bugün bu rakam çok daha vahim boyutlara ulaşmıştır. Boşanmanın ana sebeplerini araştırdığımızda bunları şöylece sıralamak mümkündür:

1. Eşlerin birbirini aldatması, yani zinaya tevessül etmesidir. Zina; ahlâk ve faziletin amansız hasmıdır ki, hayâ ve iffeti kökünden söküp atar. Zina; ırz ve namusu yaralar ve kirletir. Çünkü zina fiilini işleyenler cemiyetteki itibar ve haysiyetlerini kaybederler. 23.07.1986 tarihli Günaydın gazetesinin haberinde fuhşa sürüklenen kadınların sayısında yüzde 300 gibi korkunç bir artış olduğunun kaydedildiği düşünülürse, bunun aile yapısı üzerindeki akislerini ciddi şekilde düşünmek gerekir.

2. Eğitimsizlik. Milletleri teşkil eden cemiyetler ve onun dahi temelini teşkil eden aile olduğuna göre bu inanç doğrultusunda kadın ve erkek eğitilmelidir.

3. Erkek ve kadının birbirini tetkik etmeden ve iyice araştırmadan yaptığı evlilikler, ömürsüz olduğu için kısa sürede boşanmalar yaşanmaktadır.

4. Evliliği, sadece, bir takım hayvanî, cinsî zevk ve arzuların tatmini şeklinde düşünme. Bir süre sonra bu zevklerin sıradanlaşması sonucu ihmallerin olması, yuvadaki huzursuzluğun kaynağını oluşturmaktadır. Bundan dolayı da sevgi ve saygı kaybolmaktadır.

5. Aileyi meydana getiren bireylerin kültür seviyelerinin farklı oluşları da geçimsizliğe, huzursuzluğa sebep olmaktadır.

6. İnanç zayıflığı, yoksulluk, sefalet ve geçim darlığı sonucu huzursuzluk; geçimsizliğin ve boşanmanın ana faktörüdür. Yine aynı tarihli Günaydın gazetesinin haberinde fuhuş yaparken yakalananların çoğunun evli oldukları ve bu işi, bir türlü denkleştiremedikleri aile bütçesine katkı için yaptıklarının belirtilmesi inanç zayıflığının bir göstergesidir.

7. Flört, yani evlilik öncesi beraberlik, sağlıklı bir aile için hiç de uygun olmayan davranışlardan biridir. Evlenecek olan kız ve erkeğin, hayat boyunca saadetle sefa sürebilmeleri için birbirlerini yakından tanımaları gerekir. Ancak bu tanışma, aracılar vasıtasıyla olmalıdır. Bu hususa dikkat etmeden nikâh öncesi yapılan beraberlikler sonuç itibariyle evlilikleri kısa sürede boşanmalarla sonuçlandırmaktadır. Bazı gençler “Tanımadan mı evlenelim”? diye düşünebilirler. Bu konuda toplum hayatımızda çok farklı usullerle, yani görücü veya tanışarak evlilik gibi usullerle evlilikler yapılmaktadır. Görücü usulü, gericilik olarak günümüzde vasıflandırılmaktadır ama hiç de öyle değildir. Çünkü dünür olacak aileler birbirlerini çok daha iyi tanımaktadırlar. Bu itibarla biraz da bu konunun önemi üzerinde durmakta fayda vardır. Evlenecek olanların akrabalarından birisinin bulunması halinde İslâm buna cevaz vermektedir. Bu konuda Hz. Peygamber (a.s.m.) şöyle buyurmuştur: “Allah bir kimsenin kalbinde bir kızı veya kadını nikâhla isteme temayülünü uyandırırsa, onun onu görmesinde bir sakınca yoktur.”1

Günümüzde meydana gelen boşanmaların sebepleri arasında eşlerin eğitimsizlikleri ve cahillikleri öne çıkmaktadır. Evlilik, sadece iki kişinin birliktelikleri değildir. Evlilik, sorumluluk demektir. Evlilik, bir millet olmanın temel taşı olduğunu bilmek demektir. Evlilik, cemiyet nizamını yeniden kurmak demektir. Evlilik, cemiyet binasını inşa etmektir. Evlilik, ededî saadetin bir merkezi ve cennetin küçük bir numûnesi haline gelmesi demektir. Bu itibarla; erkek ve kadının birbirlerine karşı görev ve sorumluluklarını bilmeleri ve bunu hayatlarına yansıtmaları gerekmektedir.

Dipnot: 1- Hakim, Beyhaki, c.1, s.29. 10/40.

[email protected]

Halil ELİTOK (Emekli il müftüs

08.03.2007


Tasarruf etmek, aynı zamanda çevreyi korumaktır

Çevreyi korumanın binbir yolu ve yöntemi vardır. Çeşitli metot ve strateji izleyerek, çevre koruma politikaları geliştirilebilir. Ancak, bana sorarsanız, çevreyi korumak için öyle uzun uzun düşünmeye, karmaşık formüller kurmaya ve ahım şahım stratejiler geliştirmeye lüzum yok. En iyi çevre temizliği, çevreyi kirletmemekten geçer. En ucuz ve en iyi çevre koruma politikası, kapitalist tüketim kalıpları kırıldığında, gereksiz tüketim kısıldığında, tasarrufa azami riayet edildiğinde gerçekleşir. İşte, bu sağlandığında, çevre yatırımları için harcanan trilyonlar başka alanlarda (eğitim, sağlık, güvenlik gibi çok gerekli alanlardaki ihtiyaçlarımız için) kullanılabilir.

Mevcut çevre kirliliklerinin bir çoğunun temelinde bilinçsiz ve hoyrat tüketim eğilimleri vardır. Bu eğilimlerin yerini tasarruf anlayışı alırsa, az tüketirsek, çöpler iki poşet yerine bire düşer, kanalizasyona 2 m3 atıksu yerine 1 m3 atıksu iner, alışverişe araba yerine yaya ya da bisikletle gidersek egzoz kirliliğine meydan vermemiş oluruz. Böylece mevcut kirlilik bir anda yarı yarıya azalır.

Bu durum itibariyle, çevreyi korumanın en önemli yolu tasarruf anlayışından geçer. Az tüketenler çevreye daha az zarar verirler. Tasarrufa riayet edenler, aynı zamanda çevreyi de korumuş olurlar. Bu hasletlerin ruhumuza yerleşmesi için ebeveynlere büyük görev düşüyor. Nesillerimizi tâ beşikten başlayan bir eğitim ve yetiştirme sürecine tâbi tutmalıyız. Bilim adamları, insanların eğitim ve yetiştirme sürecinde en önemli yaş aralığının 0-6 yaş arası olduğunu, 20 yaşını geçmiş bir insana bazı şeyler öğretmek mümkün olsa da, eğitim vermenin zor olduğunu belirtiyorlar.

Öyleyse, “tasarruf etmek, aynı zamanda çevreyi korumaktır da” görüşünü, öncelikle genç nesillerin kafalarına yerleştirmeliyiz. Havayı, suyu, toprağı, tüm tabiî varlıkları, önce birer nimet olarak bilmeli ve bu nimetleri israf etmeden ölçülü kullanmalıyız.

Yukarıdaki anlayışa sahip olmanın birinci şartının, kapitalist tüketim kalıplarını kırmaktan geçtiğini de bilelim. Kapitalizm, üretmek ve tüketmek döngüsü üzerine kurulmuş bir sistemdir. Bu sistemde, tüketim ne kadar fazla olursa, o kadar fazla üretim olacağından, tüketim teşvik edilmiştir. Kapitalist tüketim kalıbında, tüketmek bir araç değil, amaç olarak görülmektedir. Bu sistemde, tüketmek neredeyse bir “erdem” olarak görülmüştür.

Bu sistemin bir diğer özelliği de, tabiatta bol bulunan şeylerin fiyatının ve değerinin olmayacağı, bu sebeple de bol tüketilebileceği anlayışına sahip olmasıdır. Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi iken, iktisat dersine giren hocalarımız, “gürül gürül akan suyun, temiz havanın ve güneşten yayılan ışınların mebzul mal sınıfına girdiğini” öğretmişlerdi. (Mebzul mal, tabiatta sınırsız bulunan mal mânâsına gelir.)

Kapitalist anlayışta, iktisat kıt malların ilmi olarak görülmüş, mebzul mallar iktisat ilmi dışında tutulmuştur. Bu bakış açısına göre, bol bulunan suyu, havayı, güneş enerjisini tasarruf etmek gerekmemektedir. Çevre sorunlarının kaynağında bu bakış açısı yatmaktadır. Bu bakış bizim özümüze ve kültürümüze ait değildir.

İslâmın tasarrufu anlayışı; bir mal, ister kıt, ister mebzul olsun değişmez. Yüce Rabbimiz (c.c), Kur’ân-ı Kerim’de, “Yiyin, için, fakat israf etmeyin” buyuruyor. Peygamber Efendimiz (asm), “İsterseniz bir nehir kenarında olun, abdest alırken suyu israf etmeden ölçülü kullanın” diye emrediyor. Bu kutsal emirleri duyduğumdan beri, nerede, fuzulî olarak akan bir musluk, nerede fazladan yanan bir elektrik görsem, hemen sızan musluğu sıkıca kapatır, fazladan açık olan elektriğin de düğmesine basarım. Bu inanca dayanan bir bakış açısıdır ve çevreyi korumanın en etkili metodudur. Bu durumda, bir nehir kenarındaysanız gürül gürül akan nehirdeki suyu israf etmemek için çaba sarf etmelisiniz. Bir yayladaysanız ve tertemiz havayı solurken dahi ölçülü hareket etmelisiniz. Çölde sımsıcak bir güneş altındaysanız ve güneşin o enerjisini bile israf etmemeye özen göstermelisiniz. Bu, Batılının anlayabileceği bir durum olmasa da, inancımızdan dolayı bizim uygulamamız gereken bir husustur. Gerçi, bugün geldiğimiz nokta itibariyle, ne su, ne hava ve ne de güneş enerjisi mebzul değildir. Artık, mecburen tasarruflu olmak durumundayız.

Batılı tüketim kalıpları sebebiyle, bir zamanlar mebzul olarak bilinen hava, su, artık kıt mallar kapsamına girmeye başladı. Hava kirliliğinin yoğun olarak yaşandığı yerlerde kim diyebilir ki, hava mebzuldür diye. Kış günü, kaloriferli bir evdesiniz. İçerisi sımsıcak, fakat kuru bir hava. Boğazının kuruduğunu hissetseniz ve pencereye doğru koşsanız. Fakat, dışarıda kip kirli, genizleri yakan bir hava sebebiyle, pencereyi açamazsınız. İşte bu noktada, hava en değerli ve kıt bir mal olmaz mı? Tabiî ki olur. Demek ki, hava dahi öyle bol ve israf edilerek kullanılacak bir meta değil. Tasarruf gerekli. Bu yazıyı bundan 20 sene önce yazsaydım. Havayı bile mi tasarruflu kullanmalıyız diye soranlar çoğunlukta olacaktı. Bugün bile, tek tük de olsa, hâlâ gerçekleri görememiş bazı vatandaşlarımız, “Havayı da mı tasarrufla kullanacağız” diye, bu sözlerime dudak bükebilirler.

Gerçekleri göremeyenler, geleceği öremezler. Bırakalım onlar yine bildiklerini yapsınlar. Ama biz, mutlaka tasarrufa özen göstermeliyiz. Deniz kenarında, nehir kenarında da olsak, suyu tasarrufla kullanmalıyız. Dağın yamacında, yaylanın başında da olsak havayı tutumlu kullanmalıyız. Çölde de olsak, güneş enerjisini ölçülü kullanmalıyız.

Tasarruf anlayışı ruhumuza işlemeli ve hayat görüşümüz olmalıdır. Bu hayat görüşü doğrultusunda ve inancımızın ışığında, en iyi çevre temizliğinin kirletmemekten, çevreyi korumanın en ucuz ve en iyi yolunun tüketimi kısmaktan geçtiğini tüm dünyaya göstermeliyiz.

Ahmet SANDAL

08.03.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004