“Nihal Atsız dehşetli bir kafatasçıydı. Yakın çevresi, konu-komşu bir yana, hemen hiç tanımadığı insanların bile kafataslarını ölçer, kılı kırk yararak hesabını yapar ve o şahıslara meselâ yüzde 37 onda dokuz mu, yoksa ne bileyim yüzde 69 virgül dört oranında mı ‘Türk’ olup olmadıklarını tebliğ eder…”
Bu satırlar Nihal Atsız’ın oğlu, değerli ilim adamı Yağmur Atsız’a ait.
Peki kafatası ölçüsü Türklüğe uygun çıkmayanlar ne yaparmış?
Yağmur Atsız onu da anlatıyor:
“Tabiî kafatası ölçümüne göre Türklük oranı düşük çıkanlar son derece müteessir olarak ayrılırlar, fakat bilimin katı ve acımasız gerçekleri karşısında mukadderata boyun eğmek zorunda kaldıkları için mutluluğu belki de başka alanlarda arama imkânı üzerinde dururlardı.”
Nihal Atsız kimi zaman onları teselli etme durumunda kalırmış:
“Oranı düşük çıkanlar için de dudaklarında daima birkaç ‘teselli-bahş’ kelime bulunurdu. Farz-ı muhal ‘Fakat fevkalade bir iradî cehid ve uyanık bir millî şuurla bu fıtrî noksanınızı kısmen de olsa giderebilirsiniz’ gibilerden...’
Nihal Atsız’ın kafatası ölçüp Türklük derecesini tayin ettiği alet, Frenklerin Pelvimetre adını verdiği “gebelik ölçme aleti”ydi.
Onlar gebeliği, Nihal Atsız ise Türklüğü tespit ediyordu.
Ahmet Ağaoğlu, Serbest Fırka’nın kurulma safhasında Yalova Kaplıcalarında olan Atatürk’ü ziyarete gitmişti.
Kendisi de değerli bir bilim adamı olan Ağaoğlu oradaki atmosferi, “Koca koca ilim adamları, tüm dillerin Türkçe’den türediğini ispat etmek için Atatürk’ün etrafında komik durumlara düşüyorlardı” diyecekti.
O sıralarda Atatürk tarafından Behçet Kemal Çağlar’a, Türk’ün Kur’ân’ı yazdırılıyordu. Şiirle, mersiye arasında bir eserdi.
İhlas Sûresi o şekilde yazılıp, bestelenmişti.
Ama sadece onunla sınırlı kalmamış, Leyl Sûresi Behçet Kemal Çağlar’a besteletilmişti.
“Bir kul ki yardımsever
Bir kul ki Hakk’ı tanır,
Yüreği bu sayede arınır, aydınlanır
Karşılık beklemeden
İyilik yapar her sabah
İşte böyle kulundan razıdır elbet Allah.”
Onunla da yetinilmemiş, Fahire Fersan ve Refik Fersan adlı sanatçılara bunları taş plâklara okutulup, memlekete dağıtılmıştı.
Diliyle, kafatasıyla oynamak yetmemiş milletin çimentosu olan dine el atılmıştı. Hem de Türkçü bir kafa yapısıyla.
Anadolu’nun yokluktan inim inim inlediği, veremin evlâtlarını analarından, gençleri yuvalarından ayırdığı, tifonun kasıp kavurduğu, jandarma ve tahsildar korkusunun dağlara sindiği yokluk ve yoksulluk yıllarıydı.
Harmandan çıkan buğdayın onda birini devlet almadan içeri taşımak mümkün olmadığı için insanların, kendi malından hırsızlık yapma durumunda kaldığı, ahır sekilerinde Kur’ân tedrisatının yapıldığı ceberrut bir dönemdi.
Ankara ise balolarla, halkevleri açmakla meşguldü.
Günlerce süren kurultaylar yapılıyordu.
Ağustos ayında düzenlenen Dil Kurultayında “Güneş Dil teorisi” için bir komisyon kurulmuştu. Aslında Dil kurultayı, Güneş Dil teorisini ispat etmek üzere toplanmıştı.
Çoğunluğu yabancı profesörlerden oluşmak üzere 32 kişinin yer aldığı bir komisyon kuruldu.
Profesör Abdulkadir İnan’dan, Bay Agop Dilaçar’a, Dr. Bambaçi’ye, bayan Esma Nayman’a, Sir Denison Ross’a, Japon Koji Okubo’ya kadar birçok isim bu komisyonda görev aldı.
31 Ağustos günü komisyon bir rapor sundu.
Raporun ilk maddesi, “Güneş Dil” teorisi, lengüistik âleminde esaslı bir devrim yapacak mahiyette tamamiyle orijinal, enteresan ve derin bir teoridir” şeklindeydi.
İkinci maddede ise,”Bu teori, yalnız lisaniyat meseleleriyle değil, aynı zamanda en geniş en çetin antropoloji, arkeoloji, istuvar, preistuvar ve biyo-psikoloji meselelerinin halliyle ilgilidir” deniyordu.
Bir tek Güneş Dil Teorisinin hastalıkların tedavisi dahil insanlığın tüm sorunlarını çözen bir iksir olduğunun ilân edilmediği kalmıştı. Neredeyse insanlığı felâketten kurtaracak olan Nuh’un yeni gemisiydi Güneş Dil Teorisi.
Şimdiyle kadar keşfedilmemesi dil bilimcilerin affedilemez bir hatası olarak tarihe geçmişti.
Üçüncü madde de bu çok net bir şekilde vurgulanmıştı: “Şimdiye kadar klasik lisaniyat ilmi, güneşin beşer dilinin menşe-i üzerindeki derin tesirlerini gereği gibi hesaba katmayı düşünmemiş ve bu mühim âlimi ihmal etmiştir”
Buradan nereye gelmek istiyorum.
Gelinecek bir yer yok aslında.
Geçen yüz yılın başında Türkçülük ektik. Bu yüzyılın başında Kürtçülük topluyoruz.
08.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|