Belli kavramları hatırlamak adına düzenlenmiş anneler günü, babalar günü, sevgililer günü gibi günler açıkçası bana pek anlamlı gelmez. Sadece kutlanmak zorunda olunduğu için kutlanan resmî bayramları hatırlatırlar çünkü. Her özel günün altında yatan ticarî kaygıdan nasibini alan bu günler, modern insanın tüketim çılgınlığının kamçılandığı, para tuzağı olarak tasarlanmış özel günlerdir aslında. Her insanî duyguyu paraya dönüştürmesini bilen tüketim kültüründe sevmek veya hatırlamanın gereği de illâ hediye almakla bağdaştırılır. Neticede bu günlerde de kazanan herkesten ziyade kapitalizm olur.
Bunun içindir ki bu yazıyı, sevgilerin, hatırlamaların duyguların bir güne atfedildiği bu tür ‘özel’ kabul edilen bir günde değil de, bugün yazıyorum.
Bazı şeyler vardır hayatta. Vazgeçilmezdir. Belki sahipken çok değerini bilemeyiz, umursamayız. Odamızdaki ışık misâli. Lambanın yandığı aydınlık bir ortamda odanın lambası dikkatimizi bile çekmez. Zaten olağan bir durum gibidir odanın aydınlık olması. Ama lamba söndüğü zaman anlarız onun değerini.
Babalar da böyledir adeta. Onların hayatımızdaki yeri odamızdaki ışık gibidir. Hayatımızdaki ilk öğretmenimiz, hayatı öğrendiğimiz rol modelimiz, her zaman arkamızda hissettiğimiz güven kaynağımız, yanımızdayken değerini pek fark edemediğimiz hayatımızı aydınlatan varlıklarımız, bir ihtiyacımız olduğunda her zaman yanımızda bulabileceğimiz kurtarıcılarımız, her zaman kendilerinden daha ileride, daha iyi şartlarda olmamızı isteyen, sadece dert değil aynı zamanda sevinç ortağımızdır onlar. Babamızla birlikte geçirdiğimiz zamanlar hep özeldir. Meselâ birlikte çay içecek, sohbet edecek nice insan bulabiliriz etrafımızda. Ama babamızın sohbetinin, çay arkadaşlığının yerini kimse dolduramaz.
Baba olabilmek, daha doğrusu baba olmayı başarabilmek zordur gerçekten. Çocuk sahibi olmak demek baba olmak demek değildir çünkü. Gerçek mânâsıyla baba olabilmek için fedakârlık gerekir, özveri gerekir. Kolay bir şey değildir yani. Belki de bunun için her gerçek baba, oğlu veya kızı için bir kahramandır aslında.
Geleneksel rol kalıbı içinde babanın sevgisini, şefkatini göstermesi yanlış bir şeymiş gibi sunulduğu için babalara göre anneler duygularını ve sevgilerini göstermekte daha şanslıdırlar. Sevgi göstermeyen, cezalandıran, korkutan, ağlamayan varlıklar olmalıdır sanki babalar. Anneler çok kolay ağlayabilirler meselâ. Ama babaların ağlama hakları bile yoktur ellerinde. Oysa babalar da ağlar elbette. Hem de en derinden ağlar. Ama babalar yalnız ağlar. Korkarlar belki çocuklarının onları ağlarken görmelerinden. Hep güçlü gözükmek, hep sorumluluk taşımak zorundadırlar ya. Ağlayınca güçsüz gibi algılanmaktan korkarlar belki de. Bunun icindir ki gözyaşlarını içlerine akıtırlar. Şefkatleri, sevgileri, duyguları çoğunlukla hep içlerinde kalır. Hiçbir zaman anneler kadar rahat olamazlar duygularını göstermede. Bu yüzdendir ki daha bir karşılıksız severler çocuklarını.
Bir hadiste “Babalar cennetin orta kapısıdır”1 diye buyrulur. Ne mutlu bu mânâyı hayatında yaşayıp babasının sevgisine hakkıyla karşılık verebilenlere. Ne mutlu Şair Can Yücel’in dediği gibi babasının değerini bilenlere:
Açıldı nefesim, fikrim, canevim.
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Dipnotlar:
1- Tirmizî, Birr, 3.
17.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|