Dâvetleri ve “gel” çağrılarını, haddi aşmadan ve Hz. Mevlânâ’nın “Ez huda çuyem tevfik edep” yani “Rabbimden tevfik ve edep istiyorum” sırrı içinde, selâm alıp vermeye benzetmekte, yorumunu böyle yapmaktayım. Bütün mü’-minlerin bildiği gibi, “Selâm vermek sünnet, almak farz” olduğu için, dâvetleri sünnet, oralara gitmeyi ise farz makamında kabul ettiğimden bütün şartlara, zorluklara, imkânsızlıklara rağmen icabet etmişimdir. Zaten dâvet edilmeyen yerlerde de üstümüze bir vazife düşmez.
Bu bab ve zaviye içinde geçtiğimiz her iki hafta içinde, Ankara Etimesgut ve Antalya Kumluca konferanslarından sonra, gözümüzü Kayseri’de açtık. Manidar bir tevafuku yazmak istiyorum. Yıllar boyu hizmet seyahatlerimde, sayısız manidar ve manevî sırlarla karşılaştım. Bunların ancak yüzde birini yazmışım, gerisi hafızanın kara kutusunda.
Kayseri Yeni Asya Bürosunun bulunduğu tarihî Hunat Hatun çarşısına girerken, kapıda başörtülü genç bir bayan ile bir erkek, o tarihî çarşının duvardaki kitâbesini okumaya çalışıyorlardı. Kayserili erkek, İngilizce bilmiyor ancak eli ile işaret ediyordu. Devreye girdim, dilimizin döndüğü kadar tanıştık, doğruca Yeni Asya Bürosuna götürdük. Kısa mesafede kendisine “Hıristıyan mısın? Müslüman mısın?” sorusunu sordum. “Ben dinsizim, dinlere düşman değilim, fakat din bilgim hiç yok” dedi. “Ya başörtüsü?” dedim. Cevaben; “Kayseri dindar bir yer ve benim de hoşuma gitti, aldım, örttüm” dedi. Büromuzun temsilcisi Ali Göllü ve İbrahim Beylere ve üniversiteli gençlere teslim ettim. Birlikte Bediüzzaman Hazretlerinin İngilizce basım Meyve Risâlesini verdik. Aldığım bilgiye göre kendisi gibi üniversiteli kardeşlerim diyalog başlatmışlar.
Kayseri sayfasını, bu ibret dolu hadiseyi, Yeni Asya gazetesi hanım komisyonlarına verdiğim “Risâle-i Nur’da meslek ve meşreb” seminerimde takdim ettim. 45 dakikalık seminer ve akşamı Yeni Asya Vakfı şubesindeki “Bediüzzaman Hazretlerinin Ermenilere bakışı” başlıklı sohbetimiz ve soru-cevaplar faslı, bir rüzgâr gibi geçti.
Ertesi gün, yoğun bir programın beklediği Sivas’a intikal ettim. Çarşı esnaf ziyaretleri, taziye ve doktorlar ziyaretinden sonra, Sivas yöresinde çok hizmet yapan “Radyo Güneş”te Abdülvahap ve Metin Beyler ile “Bir değer olarak Hoşgörü ve Eğitim” başlıklı canlı yayın programına katıldık, hem de suallere cevaplar verdik. “Değer nedir? Değerleri nasıl değerlendiriyoruz ve değerlerin neresindeyiz? Ailede, Türkiye’de ve Dünyada hoşgörü ve eğitim nedir? Nerelere kadar geldik ve nerelerde olmamız lâzımdı?” başlıkları üzerinde durduk.
Akşamı Yeni Asya Vakfı’nda, eski ve yeni ağabey ve genç kuşakla birlikte olduk. Samîmî ve derunî bir havada günümüzden 1905 yıllarına kadar gittik, geldik. Türkiye, Osmanlı, âlem-i İslâm ve şimdiki dünyayı “Bediüzzaman Hazretlerinin Ermenilere bakışı ve gelişmeler” başlığı altında, “Münâzarât” eserinin penceresinden, bazen nükteli ve bazen de gözlerimiz yaşlanarak hazin tablolar çerçevesinde değerlendirdik. Sivas, her geçen gün, her cihetle tekâmüle ve inkişafa giden tarihî bir şehrimizdir. Hele her ayın ilk haftasının Pazar sabahında, namazdan sonraki umumî buluşma tevafukunda da bulunmanın ayrı bir güzelliği vardı.
Merhum Yunus Emre sultanımıza her yer sahip çıkıyor. Başta Karamanlılar “Bizimdir” diyorlar. Karaman bununla da kalmıyor. Hz. Mevlânâ’nın annesi Mü’mine Hatun ve ağabeyi Alaaddin Sultan da orada medfun. Karaman, tarihle ve hizmetle dolu bir ilimiz. İşte buranın vefakâr eğitimcilerinin gayreti ile kendimizi yerel Çağdaş TV’de bulduk. Sahibi Rüstem Beyin gayreti ve canlı yayının suâl sorucusu Funda Hanımefendiyle “Mevlânâ’dan Bediüzzaman’a sevgi ve UNESCO” başlıklı iki bölümden müteşekkil 1,5 saatlik bir canlı mülakatta bulunduk. Sonradan aldığımız habere göre mülâkatın tekrarı banttan verilmiş.
Emeği geçenlere, bizi çağıranlara, hizmetlere sahip çıkanlara binler duâ ve teşekkürler.
16.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|