Geçtiğimiz Cumartesi günü Sivaslılar Eğitim, Kültür ve Dayanışma Derneğinin misafiri olarak Aile Hekimliği konusunda bir küçük seminer verdim. Semineri dinleyenlerin ve derneğin genel havasının ortaya koyduğu tablo ülkenin geleceği ve dünyanın geleceğinde hakim olması arzulanan barış ve huzur ortamı açısından çok umut vericiydi. Şehrin coğrafyasına hakim olan değişkenlik ve farklılıkların buluşması tablosu toplantıda da hakimdi. Aleviler-Sünniler, Müslimler-gayrimüslimler, pek çok farklı siyasî eğilimlerin temsilcileri ve mensupları bir aradaydı. Aynı değerler etrafında buluşabilmenin güzelliğini memleket motifleri ve melodileri ile süslediler. İmrenilecek ve bütün şehirlere örnek olabilecek bir hemşehrilik yaklaşımı ve mensubiyetin barışa hizmetine örnek çok nezih bir tablo hâkimdi. Bu tablo aslında dünyanın özlenen tablosu ve farklı inançlarla barış içinde yaşanabileceğinin de çok belirgin ve sevimli bir prototipiydi. Beni de Yeni Asya gazetesi yazarı olarak aralarına çağırdılar. Hoş bir diyalog ve birlik tablosu yaşadık. Bu anlamda en zor şehirlerden birinin Sivas olduğunu düşünüyorum. O şehrin başarabilmesi diğer şehirlerin çok daha rahatlıkla başarabilmesi demektir. Ben de Sivaslı olmanın güzelliğini ve gururunu daha farklı yaşadım. Bu sebeple beni dâvet eden başkan yardımcısı Doğan Punar’a, başta dernek başkanı olmak üzere bütün dernek yetkililerine çok teşekkür ediyor hayırlı hizmetlerinin devamı için duâ ediyorum.
Her insanın zihninde “biz” kavramı farklı boyutlarda bir alanı kapsar. Bazen aile, bazen şehir, bazen ülke, şu an için nadiren bütün insanlık ve dünya “biz”in tanımladığı anlam bütünlüğü içine girer. “Biz” özünde genişlik kuşatıcılık ve sınırsızlık olan benimseyen bir kavramdır. Bu anlamda “ene yok nahnu var!” yani “Ben yok biz var!” diyen Bediüzzaman’ın biz tanımı varlık ve mahlûk adını alan her şeyi kuşatmaktadır. Yani düşünce, ırk, coğrafya ayrımı bir yana cins ve tür hatta varlık kategorisini aşmış bir kuşatıcılık gözlenir. Bu kendi ve çevresi ile, kâinat ile barışıklığın en temel şartı olmalıdır.
“Biz” tanımına ya da “biz” sesinin zihnimizdeki çağrışımına sınır getiren genellikle benliktir. Eric Fromm gibi bu anlamlar üzerinde tezler geliştirmiş bilim adamlarının ifadelerinde de belirli bir zümreye sınırlı biz anlayışının ve bunun uzantısında şekillenen grup taassubu, milliyetçiliğin olumsuz şekli, ırkçılık gibi olguların aslında genişletilmiş benlik algıları olduğunu ortaya koymaktadır.
“Ene yok nahnu var!” aslında bütün kâinatı kuşatacak bir barış anlayışını doğuracak temel prensip olmalıdır. “Biz” özünde barışın kavramıdır ve barış kavramıdır. Yalnızca kendi hanesini değil, mahalleyi ya da apartmanını “biz” olarak algılayan komşular arasında kavga ya da sürtüşme ihtimali çok düşük olacaktır. Oysa kendi hanesinde bile “biz” anlayışı gelişmemiş hatta benliği ile çatışma halinde kendisiyle bile barışık olmayanların oluşturduğu toplumlar, fertleri çatışma kaynağı olan toplumlar olacaktır. Zaman eğer çatışmaların, menfaat kavgalarının ve savaşların zamanı ise bunun zemininde sınırları daraltılmış ve siyasî menfaatler doğrultusunda manüple edilmiş “biz” tanımlarının büyük önemi olmalıdır. Barış insanının “biz” tanımı adeta sınırsızdır. Yalnızca düşmanlık kavramına düşmandır. Ötekilik dışında “öteki” şeklinde tanımladığı kavram yoktur. Bu yönüyle, gerçek barış insanıdır. Ülkemizin bugünkü temel probleminin belirli bir değer yargısı ya da ideolojinin tanımladığı insan tipinin dışındakileri ötekiler olarak algılayan anlayıştan kaynaklandığına şahit oluyoruz. Başörtülü, çarşaflı, sakallı, cüppeli, gerici, yobaz ya da komünist, dinsiz, solcu gibi kavramların karşısında reaksiyonla şekillenmiş “biz” anlayışlarının “biz”im ülkemiz şuuru ile kenetlenip ortak bir millî benlik ve ülküler geliştirebileceği düşünülebilir mi? Bu tarz ben merkezli “biz” kavramlarını netleştiren ve kendi değer yargıları dışındakileri ötekileştiren ve sürekli çatışmaları kaşıyan yaklaşımlar kime hizmet edebilir? Ülke menfaatini düşünen hangi akıl sahibi bu yaklaşımlara yol açabilir ya da yanında yer alabilir?
Grup taassubu ile ve kısmen manevî hizmetlere giren siyasî yaklaşımlarla “biz”in çapı daraltılmakta aynı dâvânın farklı taraflarından tutan iki grup birbirlerini öteki olarak algılayabilmektedirler. En dar daireden en geniş daireye kadar irtibatlı olunan her alandaki “biz” duygusu çok güçlü olmalı, ancak bu dairenin dışındakileri ötekiler haline getirmemelidir. Her güçlü topluluk benliği ya da şahs-ı manevî içinde bulunduğu daha geniş alanı da “biz” olarak algılamalıdır. Köyü, şehri, mezhebi her insanın dar dairedeki kendini tanımlama alanı olmalıdır. Bunu kuşatan halka Hazret-i Muhammed’e (a.s.m.) ümmet olmaya çalışan Kur’ân’ı kendi yorumu çerçevesinde hayatına rehber yapmaya çalışan insanlardır. Daha sonra kitap ehli olanların halkası gelmektedir. Sonraki halkalar ise bütün insanlıktan varlık âleminin tamamına uzanmaktadır. İşte “biz”imizin çapı bu en son halkayı içine alacak genişlikte olmalıdır. En dar dairedeki “biz”in şiddeti bir sonraki halkadaki “biz”’i kolektif bir şuurla adeta tek şahıs gibi yaşamaya vesile olmalıdır. Dâvâda, dünyada, insanlıkta ve varlıkta barışın teminatı olan insan ancak bu yolla âlemimizi kuşatabilir düşüncesindeyim.
12.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|