Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 12 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Abdurrahman ŞEN

Millî mutabakat metnimiz 86 yaşında!



Kuru kuruya her yerde söylemek değil… Kıta kıta, mısra mısra, kelime kelime hatta harf harf ruhunu anlamamız gereken İstiklâl Marşımızın TBMM’de kabul edilişinin 86’ncı yıldönümünü idrak edeceğiz bugün. Yasak savan birkaç resmî mesaj, ekranlardan fışkıran küçük hançerelerin güzel okuma yarışmaları ya da gösterileri ve el fatiha!

Yine tekrar ediyorum ki… Bu milleti “millet” yapan unsurların özeti de içinde bulunduğumuz toplumsal dağınıklıktan kurtuluşumuzun ortak reçetesi de İstiklâl Marşımızın mısralarında, özünde, bütününde gizlidir…

Sahadaki 22 futbolcudan en az 10 tanesinin “yabancı” olduğu futbol müsabakaları öncesinde ille de marşımızı okutmayı dayatanlar, acaba milletin önünde bir defalık da olsa bu marşın şiirinin bütününe saygılı olduklarını beyan edip, uygulamalarıyla da İstiklâl Marşımızın metnine bağlı olduklarını gösterebilirler mi?

Eğer yapabilirlerse, bilin ki işte o gün kurtuluş günümüz de başlıyor demektir.

Dünya durdukça, Türk milleti vâr oldukça söyleneceğine inandığım marşımızın 86’ncı yaşı da lâyık olduğu biçimde kutlan/a/mıyor…

İyisi mi bugünden alın elinize İstiklâl Marşımızın tam metnini ve sindire indire okuyun ister haykıra haykıra, isterseniz içinizden… Birkaç defa… Aldırmayın gözyaşlarınıza… Okuyun, okuyun, okuyun…

Sonra da o marşı milletine bağışlayan o yüce insana, Mehmet Âkif Ersoy’a duâlar edin…

İstiklâl Marşının nasıl bir ortamda yazıldığını anlatan şu sözler bile hem marşımızın önemini bize biraz daha açıyor hem de Âkif’in marşımızı yazan ruhunu anlamamıza anahtarlık ediyor… Âkif diyor ki; “İstiklâl Marşı... O günler ne samîmî, ne heyecanlı günlerdi! O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Bin bir fecâyi karşısında bunalan ruhların, ıztıraplar içinde halâs dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hâtırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz. Onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lâzım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur.”

Bu sözleri anlamayanlardan kimileri kalkıp da; “Acaba yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı?” dediklerinde Âkif’in; “Allah, bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın!” duâsına “âmiiin” diyelim bizler de bir kere daha!

Âkif’in kişiliğini en iyi anlatan metinlerden biriyle, Eşref Edip’in “Âkif’in seciyesi” başlıklı yazısıyla baş başa bırakıyorum sizleri.

“ÂKİF’İN SECİYESİ

Âkif, müthiş bir seciye ve kanaat sahibi idi. Gelişigüzel hadiselerin arkasından sürüklenmezdi. Muayyen ve başlı başına kanaatleri, ölçüleri vardı. Kanaatlerini şu muadele-i içtimaiye üzerine kurmuştu: Fazilet, vatanperverlik, ilim mecmuaları dine müsavidir.

Âkif sadece bir köşeye çekilip düşündüklerini ve duyduklarını yazmakla kalan bir şair değildi. Aynı zamanda doğru bildiği şeyleri yapmaya çalışan, hareketlerini samîmî duygularına uygun düşürmeye uğraşan bir cemiyet adamı idi: Memuriyet mesleğinde, teveccüh eden vazifeleri yapmak için didinmiş durmuştu.

Çok azim sahibi idi. Bir kere bir şeye azmetti mi, artık onu yapmak mesele değildi.

Vefakârlığı müstesna derecede idi. Dostluğuna bihakkın güvenilirdi. Vefasızlık, nazarında en büyük namertlik idi. O, yalnız insanlara karşı değil, Allah’ına, Peygamberine, milletine, vatanına da vefakârdı. Çok mütevazi idi, gösterişi hiç sevmezdi. Sırası gelmeyince ilmini bile izhar etmezdi. Çok büyük izzet-i nefis sahibi idi. Bütün hayatı boyunca hiçbir defa hiçbir kimseye karşı en ufak bir zillet göstermemişti. İzzet-i nefsini rencide edecek ufak bir söze, ufak bir muameleye, hatta ufak bir bakışa bile tahammül edemezdi. Şeref ve haysiyetine bütün ömrü süresinde hiçbir toz kondurmamıştı.

Çok metanet sahibi idi. Yeis, korku nedir bilmezdi. Hissiyatına karşı soğukkanlılığını muhafaza ederdi. Çok mert adamdı. Çocukluğundan beri mertliğe meftundu. Acze düşmüş adamdan intikam almayı mertliğe münafi görürdü. Bütün insanlara karşı hayırhahtı. Bilhassa arkadaşlarını iyi bir halde görmekten büyük zevk alırdı.

Söze büyük kıymet verir, verdiği sözü kat’iyyen yerine getirirdi. Meğer ki ölüm yahut ona yakın bir mani’ zuhur eder. Sözünü tutmayanlara insan nazarıyla bakmazdı. Yalan nedir bilmezdi. Her sözü doğru idi. Hiç kimse müddeti ömründe onun bir kere olsun yalan söylediğini görmemiştir. Yalan söyleyenlere çok kızardı. Utangaçtı. Ona faziletinden, kudretinden bahsederseniz kızarır, başka tarafa bakardı. Hayatın verdiği ıztıraplara gülerdi. Ona göre hayatta tahammülü kabil olmayan en büyük yük hamule-i minnetdi. Fenalığa karşı iyilikle mukabeleye çalışır ve bundan zevk alırdı.

Ömründe bir kerecik olsun kuvvete boyun eğmemişti. Kaviler, nüfuzlular onu karşılarında daima haşin görmüşlerdi. Haksızlığa karşı hiç tahammülü yoktu; derhal kırar dökerdi. İstibdadın şiddetle aleyhinde idi. Kızınca yüzü korkunç bir heybet alırdı, korkunç şiirlerindeki heybet gibi.

Halkın ıztıraplarına alâka gösterirdi. Halk sıkıntıda iken zevk ve sefahat içinde yüzenlere müthiş hasım kesilirdi. Dostluğu, çok pahalı bir mal gibi mahrumiyetlere katlanılarak elde ederdi. Sonra da kaybetmemek için bu çok pahalı şeyin üstüne titreyecektiniz. Çetin huylu idi. Onunla dost olmak kolay değildi. Onu anlayabilirseniz canını da sizin için feda ederdi.

Her şeyi tam idi; alâkası da, alâkasızlığı da. Sevdiğini tam severdi. Ruhunun ısınmadığı adamlara da hiç alâka göstermezdi; fakat bir kin de bağlamazdı.

Sohbetine doyamazdınız. Susması bile zevkli idi. Ba’zan yalnız gözleri konuşurdu. Sevdiği, inandığı şeylere ağzınızı açamazdınız; buna tahammülü yoktu. Başkasının inandıklarına hürmet ederdi. Kendisinin de inandıklarına başkası hürmete mecburdu. Kendi işlerinde lâkayd idi. Fakat sevdiklerinin her işine alâka gösterirdi. Sevdikleriyle çok lâtife ederdi.

En sevdiği şey, yalnız kalıp düşünmekti. Şehrin dağdağasından sıkılır, daima uzak ve ıssız yerlerde dergâh gibi bir yeri olmasını tahayyül ederdi. Orada insanlardan uzak, tabiatla baş başa kalmak isterdi.

Çok hazır cevap idi. Ba’zan cevap makamında ‘fıkra gelsin mi?’ der, hemen bir fıkra naklederdi. Hoşuna giden fıkra, şiir, her ne olursa olsun tekrarından zevk alırdı. Bir meclisten hoşlandı mı söze seve seve karışır, açılırdı. Meclise yabancı karıştığı zaman neş’esi kaçardı. Fikrini bir i’lamın hüküm fıkrası gibi kısa söylerdi. Kalabalıkta yok denilecek kadar sessizdi. Ne olduğu belirsiz, renksiz, meşrepsiz insanları hiç sevmezdi.

Okutmak ve yazmak en büyük zevki idi. Okuttuğu derse ehemmiyet verirdi. Bildiğini iyi bilirdi. Bilmediği şeye de hiç karışmazdı. Hafızası çok kuvvetli idi. Ezberlediği şeyler on bin beyitten aşağı değildi. İrfan ve liyakate meftundu. Erbab-ı kudret ve fazileti candan sever, kudret ve kabiliyet gördüğü herkesi millete karşı hizmet yolunda çalışmaya devam ederdi. Cahilane taassubun müthiş düşmanı idi. Eskiye bila kaydüşart bağlı değildi. Yeniye de körükörüne taraftar değildi. Düsturu şu idi: ‘Eski, eski olduğu için atılmaz, fena olursa atılır. Yeni, yeni olduğu için alınmaz, iyi olursa alınır.’

O, hem şair, hem âlim idi. Ahlâkî meziyetleri, insanî vasıfları şiirinden de, malûmatından da yüksekti. Cehle karşı düşmandı. Bir cemiyet için ilimsiz yaşamak kabil olmadığı kanaatinde idi. Asrın icabatına, gençliğe, istikbale ehemmiyet verirdi. Milletleri sapık yollara götüren şuara, üdeba ve muharrirlere müthiş düşman idi. Bunları millet için bir musibet addederdi. Tenkit ve muahaze etmeli idi.

Siyasetten Allah’a sığınırdı. Meşrûtiyet ilânından sonra nasılsa İttihat ve Terakki’ye girmişti, fakat siyasetle meşgul olmazdı. İttihat ve Terakki’ye girişi de mühim bir hadisedir. Kendisine yemin teklif edilince bilâ kaydüşart cemiyetin emirlerine itaat edemeyeceğini söylemişti. Onun bu salâbeti, yemin tarzının değiştirilmesine sebep olmuştur.

Çok hür fikirli ve müsamahakâr idi. Geniş düşünürdü. Onun müsamaha etmediği yalnız bir şey vardı: Dini. Fikret’e karşı husûmeti sırf bu yüzdendi. Yoksa evvelce ona hürmet eder, kıymet verirdi.

Musikiyi çok severdi. Nısfiye üflerdi. Birçok ağır şarkılar, besteler ve ilahiler mahfuzu idi. Mevlidi çok severdi. Güzel sesle okunan Kur’ân’ı dinlemekten büyük haz duyardı.

Erken kalkardı. Yatakta uyanık yatmak âdeti değildi. Kimsenin hususiyetine karışmazdı. Yalnız heyet-i içtimaiyeyi çekiştirirdi. Kendi olmayana kızardı, ikiyüzlülere garezdi.

Hâsılı yüksek bir şair olduğu kadar tam mâ’nâsiyle bir insan-ı kâmildi.”

12.03.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (04.03.2007) - AKM’yi ne yapalım?

  (25.02.2007) - Bu da “-cek, - cak” la kalmasın! n’olur...

  (18.02.2007) - Karagöz’ün yüzü artık gülüyor...

  (11.02.2007) - Mevlânâ’yı anlamaya çalışmak

  (04.02.2007) - Lâle Oraloğlu

  (28.01.2007) - Bize ne mi oldu?

  (21.01.2007) - Katledilen sadece Hrant Dink değil!

  (14.01.2007) - İhsan Işık’ın hakkını teslim etmek gerek

  (07.01.2007) - Sarmaşık sayı 10, sooon!

  (02.01.2007) - İbretlik bir gündü

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004