“Ey insan-ı müştekî [şikâyetçi insan]! Sen madum [yoklukta] kalmadın, vücut nimetini giydin, hayatı tattın. Camit [cansız] kalmadın, hayvan olmadın. İslâmiyet nimetini buldun. Dalâlette kalmadın, sıhhat ve âfiyet nimetini gördün ve hâkezâ…”1
Hayatından şikâyetçi insana hitaben 24. Mektub’da yer alıyor bu satırlar.
“Niye şuyum yok, buyum yok. Falanın şuyu var da benim niye yok. Niye ben falan yerlerde değilim!” diye şikâyeti kendine meslek edinen insan için ne kadar güzel bir uyarı değil mi bu cümleler?
Öyle ya insan bulunduğu konumda sahip olduğu nimetlerin farkına varıp şükredeceği halde isyan eder tarzdaki şikâyetlerinin hiç mazereti olabilir mi? Aynı yerde ifade edildiği gibi acaba bir adam minare başına çıkmak gibi yüce derecelerle dolu bir mertebeye çıksın, büyük bir makam bulsun, her basamakta büyük bir nimet görsün de o nimetleri verene şükretmesin, “Niçin o minareden daha yükseğine çıkamadım” diye şikâyet edip ağlayıp sızlasın. Ne kadar haksızlık eder, ne kadar küfran-ı nimete düşer, ne kadar divanelik eder divaneler dahi anlar.
Gerçekten insan nelerden kurtulduğunu, nelere ulaştığını bir düşünse şikâyete hiçbir hakkı kalmaz.
Öyle ya, insan hiç yaratılmayabilirdi. Yaratılmış, yokluktan kurtulmuş, varlığa kavuşmuş. Cansız kalabilirdi, hayvan olabilirdi. Olmamış. Ne cansız kalmış, ne herhangi bir hayvan olmuş. İnsanlık gibi yüce bir mertebeye ulaştırılmış. Bir ateist, bir gayr-i müslim olabilir, İslâmdan uzak bir diyarda bulunabilir, dalâlet içinde kalabilirdi. İslâmiyet gibi büyük bir nimete ermiş. Sıhhat ve âfiyeti yerinde olmaz, ağır, müzmin bir hastalığa yakalanabilirdi, yakalanmamış, büyük bir “devlet” olan sağlık nimetine kavuşmuş… Uzattıkça uzatmak mümkün kavuştuğumuz nimetleri.
Bütün bu nimetlerin zıtları düşünüldüğünde insanı sevindirmesi, şükre itmesi gerekirken şikâyete kalkmasının elbetteki küfran-ı nimetten başka bir izahı olamaz.
Sonra memnuniyet, şükür insanı rahatlatırken şikâyet, isyana sıkıntıya itmekte, huzursuz etmekte, aydınlık hayatı zindana, Cenneti Cehenneme çevirmektedir. Başkalarının yapamadığı kötülüğü insan kendi kendine yapmakta, âdetâ kendi kendinin kàtili olmaktadır.
Hayat her şeyiyle güzelken, gündüz vakti gözünü güneşe karşı kapayıp her taraf karanlık deyip kafasını sağa sola vurup kendini yaralayan insan acınmaya lâyık olmadığı gibi şikâyetçi insan da kendi elleriyle kendi hayatını zindan etmektedir.
Dipnotlar:
1- Mektûbât, s. 276.
16.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|