Toplum olarak daha şimdiden "Nevruz gerginliği"nden söz etmeye başladık.
İyi de, neden bir gerginlik olsun veya oluyor ki?
Nevruz bayram demek, coşku demek, şenlik demek, diriliş demek değil mi?
O halde, gerilim neden?
Demek ki, işin içinde gayet derecede muzır, müz'iç, şerir, habis başka şeyler var.
Bunların olduğu yerde, "Nevruz bayramı" olmaz.
Bayram mânâsına uygun bir Nevruz kutlaması için ise, orada sevgi olacak, neşe olacak, tebessüm olacak, kaynaşma olacak...
* * *
Üstad Bediüzzaman'ın tâbiriyle "Nevruz, mahlûkatın bayramı"dır.
Evet, Nevruz günü olarak kabul edilen 21 Mart itibariyle, mahlukat diriliyor, yoğun şekilde nebatat yeşeriyor, çiçekler açılıp ortalık neşv û nemâ buluyor.
Ayrıca, ölümü "ebedî diriliş"in başlangıcı olarak gören Üstad Bediüzzaman, "Ve'l–mevtü yevm–i Nevrûzinâ/Ölüm, bizim için Nevrûz bayramı günü gibidir" diyerek, bu günün mânâsına yeni bir boyut kazandırıyor. (Bkz: Münâzarât, s. 101.)
Esasen, Nevruz günü geçmişte de bu mânâlarla yâdedilerek kutlanmış. Kırlara çıkılmış, mezarlık ziyaretleri yapılmış, meşrû dairede şenlikler düzenlenmiş, ziyafetler verilmiş, vesaire...
Yani, en az bin yıllık tarihimizde, son yıllardaki tarzda "gerilim yüklü Nevruzlar" hiç yaşanmamış, bu ülke insanı böylesi bir huzursuzluğa hiç şahit olmamış.
Ne yazık ki, Nevruz'un içine siyasî ve ideolojik unsurlar katılınca, kutlamalar da zıvanadan çıkmış oldu.
* * *
Normale dönüşün bir yolu elbette ki vardır. Zira Nevruz gerilimi, haddizatında bir "sorun" değil, bir "sonuç"tur: Nevruz'u gerçek mânâsından saptırmanın sonucu... Keza, ona başka türlü mânâlar yüklemenin sonucu...
Zira, eğer Nevruz'un bizzat kendisinde bir sorun olsaydı, aynı sıkıntı Selçuklular veya Osmanlılar zamanında da yaşanırdı.
Halbuki, geçmişte bir "Nevruz gerginliği"nin esâmisi dahi yoktur.
Bugün de, siyasî ve ideolojik argümanlardan arındırılmış, sadece sosyal ve kültürel mânâsıyla kutlanacak bir "Nevruz bayramı"nın herhangi bir zararı olmaz. Bilâkis, toplumda kardeşlik ve muhabbeti pekiştiren bir şenliğe dönüşür. Ki, zaten aslı da budur.
Nevruz kutlamalarının "aslına rücû" etmesi dileğiyle...
GÜNÜN TARİHİ 16 Mart 1920
İstanbul'un kalbinde açılan bir yara
İngilizlerin başkanlığındaki işgal kuvvetleri, İstanbul'u resmen ve fiilen işgal etti.
Kan dökülmek sûretiyle başlayan ve kademe kademe genişleyen işgal hareketi, İstanbul'u adeta esir aldı.
Şehrin işgali, şüphesiz ki bir anda ortaya çıkmadı. Günün birinde İstanbul'un işgal edileceği, tâ 1918 Kasım'ından beri belliydi.
Ancak, bu iş için hem zamana, hem de bazı bahanelerin ortaya çıkmasına ihtiyaç vardı.
Ateşkes güvenliği için gelenlerin adım adım işgal hazırlığı yaptığını fark eden bazı hamiyet sahipleri, bu sinsî gelişmeden halkı haberdar etmeye çalıştılar.
Bediüzzaman Hazretleri "Hutûvat–ı Sitte" isimli eseriyle işgalin içyüzünü deşifre ederek, halkın, bilhassa medrese kesiminin uyanmasını sağlarken, Süleyman Nazif de, Hadisât gazetesinde "Kara bir gün" başlıklı bir makale neşrederek, halkın hissiyatına tercüman olmaya çalıştı.
(Not: Bu tür yayın faaliyetleri, sansür engelini aşarak gizli bir sûrette yapılıyordu.)
İşte, Süleyman Nazif'in o makalesinin günümüz Türkçesiyle bir özeti:
"Fransız generalinin dün şehrimize gelişi vesilesiyle bir kısım vatandaşlarımız tarafından yapılan gösteriler, Türk'ün ve İslâm'ın kalbinde ve tarihinde sonsuza kadar kanayacak bir yara açtı.
"Aradan asırlar geçse ve bugünkü hüznümüz, bahtsızlığımız sevince ve mutlu bir talihe dönse bile, yine bu acıyı hissedecek ve bu hüzünle üzüntüyü çocuklarımıza ve soyumuzdan gelecek olanlara nesilden nesile ağlanacak bir miras olarak terk edeceğiz.
"Ne acıdır ki, millî varlıklarının ve dillerinin devamını bizim álîcenaplığımıza borçlu olan bir kısım halkın hay–huy şamatasıyla, bu aziz matemimize en acı hakaretlerin birer tokat şeklinde atıldığını gördük. ‘Buna müstehak değildik’ diyemeyiz. Müstehak olmasaydık, bu felákete düşmezdik.
"Her milletin hayat sayfalarında birçok talihler ve bahtsızlıklar vardır. Fransa Kralı Birinci Fransuva'yı Şarlken'in zindanından kurtarmış ve koca Viyana şehrini defalarca kuşatmış bir ümmetin kader defterinde, işte böyle bir kederli sayfa da gizli imiş..."
16.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|