Çeyrek asırdır yürürlükte olan 12 Eylül darbe anayasasının 2. maddesine göre, cumhuriyetin “değiştirilemeyecek” temel niteliklerinden biri “Atatürk milliyetçiliğine bağlılık.”
Aynı madde ile atıfta bulunulan “başlangıç” kısmı ise, beş buçuk yıl öncesine kadar “hiçbir düşünce ve mülâhazanın Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliği karşısında korunma göremeyeceğini” ilân ediyordu.
Demokrasiyle bağdaşması imkânsız bu tekelci, dayatmacı ve tehditkâr ibarede, 2001 Ekim’inde güç belâ küçük bir değişiklik yapıldı.
“Düşünce ve mülâhaza” kelimelerinin yerine “faaliyet” kelimesi konuldu. Böylece, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliği ile bağdaşmayan düşünce ve mülâhazalar “korunmasız” bırakılma tehdidinden kurtuldu, ama “faaliyet”ler hâlâ aynı tehdidin muhatabı.
Öte yandan, yine 12 Eylül yönetimi, Atatürkçülükten ne anlaşılması gerektiğini ortaya koymak için üç ciltlik bir kitap da yazdırmıştı.
Demirel’in vaktiyle bize “Atatürk’ün ölümünden bu kadar yıl sonra böyle bir kitap yazdırılmasını taaccüple karşılıyorum” diyerek eleştirdiği bu kitabın Kenan Evren imzalı takdim yazısında, amaçlar şöyle ifade ediliyordu: “Gelecek nesilleri Atatürkçülükte bütünleştirmek, Atatürkçü ideolojiyi benimseyen birer vatandaş olmalarını sağlamak ve Atatürkçülüğü tüm faaliyetleri kapsayacak genişlikte açıklamak...”
Ders kitabı olarak da kullanılmak üzere kitap yazdırıldı, yayınlandı. Peki, Evren’in meydanlardaki konuşmalarında “Atatürkçülüğü herkesin kafasına çakacağız” sözleriyle de ilân ettiği “nesilleri Atatürkçülükte bütünleştirme” hedefine ulaşılabildi mi?
Çeyrek asır sonrasının Türkiye’sinde bu konuda nasıl bir tablo ile karşı karşıya olunduğuna ışık tutabilecek birkaç güncel örnek verelim.
AKP’nin ve hükümetin önde gelen isimleri Atatürk’ü ağızlarından düşürmez, Arınç devrimlerin millet desteğiyle yapıldığını iddia eden tuhaf mesajlar yayınlar, Erdoğan aynı minvalde bir çizgi tuttururken, bu partiyi takiyye yapmakla suçlayan karşıtları da pozisyonlarını Atatürk referansına dayandırarak açıklıyorlar.
Arada, Şerif Mardin gibi, AKP iktidarını Kemalizmin en büyük başarısı olarak görenler ve İsrailli diplomat Alon Liel gibi Erdoğanizmi Kemalizmin güncellenmiş versiyonu sayanlar var.
Ama genel görüntü, her ikisi de Atatürk’e yaslanan iki cephenin kıyasıya mücadeleye tutuştuğu bir manzara oluşturuyor. Sanki on sene önce “Atatürk yaşasaydı partimizde olurdu” diyen RP ile, Atatürkçülük adına ona bayrak açan 28 Şubatçıların kavgası yine tekrarlanıyor.
Öte yandan, kendi anlayışına göre Atatürkçülük tarifi yapanların da haddi hesabı yok.
Meselâ kimileri Atatürk’ün temel felsefesini millî bağımsızlık ve egemenlik olarak tanımlayıp, bu noktadan AKP iktidarını tavizcilikle suçlarken, kimileri “Atatürk dönemi dış politikasına en yakın parti AK Parti’dir’” diyor (Bkz. E. Albay Atilla Sandıkçı, Yeni Şafak, 5.2.07).
Örnekleri arttırmak mümkün. Ama en kestirme yorum “Derli toplu bir düşünce sistematiği olarak Atatürkçülük diye birşey yok. Kim güçlüyse onun yorumu Atatürkçülük oluyor” (Yeni Şafak, 12.3.07) diyen Fikret Başkaya’nınki.
16.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|