AKP’lilerin başörtüsü yasağı başta olmak üzere 28 Şubat ürünü mağduriyetleri izale noktasında hiçbir adım atamadıkları mâlûm.
Bu durumun yol açtığı mahcubiyet ve sıkıntının parti kadrolarında derinden derine hissedildiği ve zaman zaman beklenmedik “patlama”lar şeklinde açığa vurulduğu da biliniyor.
Özellikle taşrada başörtüsü yasağı karşısındaki çaresizliklerini gözyaşlarıyla dile getiren bazı yerel yöneticilerin hicranı medyaya da aksetti.
Buna karşılık evvelâ Millî Eğitim Bakanının, ardından Başbakanın “Başörtüsü için söz vermedik” beyanları, AKP’nin tepe yönetiminin bu konuda geldiği son noktayı gözler önüne seren son derece hazin ve ibretli bir tablo çiziyor.
Böyle bir lâfı söyleyebilen ve beş senelik bir iktidarın son demlerinde çözümü yine zamana havale eden bir anlayışa ne demek lâzım?
Aslında söylenecek çok şey var, ama galiba en iyisi cevabı yakında önümüze gelecek olan sandığa bırakmak ve oylarımızla konuşmak.
Tabiî, mağduriyetleri hâlâ devam eden ve çözüm ümitleri sürekli ertelenen kesimlerden alacağı bu cevaptan duyduğu endişe, AKP örgütünü hayli zamandır şöyle bir yola yöneltti.
Bu meseleleri hükümet olarak çözmeyi başaramayacaklarını gördükleri andan itibaren AKP’liler, tabanlarına şu tarzda telkinlerde bulunmaya başladılar:
“Her ne kadar çok büyük bir Meclis ekseriyetiyle iktidarı aldıysak da, bu işleri çözmek için hükümet olmak yetmiyor. Kilidi açmak için başka anahtarlara da ihtiyaç var. Üçü bir yerde ile olmuyor, beşi bir yerdeyi de almak lâzım. Bu sebeple biraz daha dişinizi sıkıp sabredin. Hele hayırlısıyla Tayyip Beyi Çankaya’ya da çıkaralım, ondan sonra inşaallah önümüz açılır.”
Yani, AKP tabanında bu telkinlere itibar edenler, şimdi Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olacağı günü bekliyorlar. Ondan sonra başörtüsü meselesi başta olmak üzere bilumum mağduriyetlerin daha kolay çözüleceğine inanıyorlar.
Ama işin gerçeği, biz o kadar ümitli olamıyoruz. Çünkü Erdoğan’ın Çankaya’ya çıksa bile özellikle başörtüsü meselesinde adım atmasına imkân vermeyecek amansız bir kuşatma ile abluka altına alınmasından endişe ediyoruz.
AKP iktidara geldikten sonra başörtüsü yasağını protokol üzerinden delme girişimlerinin, yasağı kamusal alan adı altında daha da yaygınlaştırmaktan başka netice vermediği mâlûm.
16 Mayıs akşamı Emine Erdoğan’la birlikte başörtüsünün Çankaya’ya taşınması halinde, bunu kendileri açısından çok stratejik bir mevzi kaybı olarak görecek kesimlerin daha da keskin bir tavra gireceklerinin işaretleri artıyor.
Doğan Güreş gibi genelde mutedil ve demokrat imaj çizen bir komutan dahi “Türban Çankaya’ya çıkarsa kaos olur, asker orayı boykot eder” diyorsa, ötesini varın siz hesap edin.
Böyle bir boykot olur mu? Olursa buna yüksek yargı, üniversite ve yüksek bürokrasi mensupları katılır mı? Olursa ve katılırsa ne olur?
İktidara geldiği günlerde başörtüsünde çözüm için toplumsal mutabakat gerekliliğinden söz eden Erdoğan’ın, sonra işi “kurumsal mutabakat”a çevirmesi ve orada takılıp kalması gayet anlamlı. Peki, Çankaya'ya çıkarsa bu kurumsal direniş çözülür mü, yoksa daha da artar mı?
10.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|