Genelkurmay’ın basına uyguladığı akreditasyon kriterleri “uzmanlık” esasına dayanıyor olsa, herhalde hiç kimsenin itirazı olmaz.
TSK’nın basınla ilişkileri güvenlik, savunma, strateji konularının belirlediği bir çerçeveye oturtulsa; basın toplantılarına ve brifinglere davet edilecek isimlerde bu konuların uzmanı olma şartı aransa, bugünkü tartışmalar çıkmaz.
Çünkü işin tabiatının bunu gerektirdiği, gelişmiş demokrasilerde de uygulamanın bu yönde olduğu düşünülerek, olay mecrasına girer.
Ama Türkiye’de durum böyle değil.
Üç yıl öncesinin Genelkurmay 2. Başkanı, şimdinin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Başbuğ, bazı basın organlarına uyguladıkları ambargonun gerekçesini, “cumhuriyetin temel nitelikleri ve evrensel değerlerde isteksiz olmaları veya duyarlı davranmamaları” olarak açıklıyor.
Burada sözü edilen kriterlerde ise netleştirilmeye muhtaç belirsizlikler var. Ne kast ediliyor?
Cumhuriyetin temel nitelikleri demokrasi, laiklik, hukuk ve sosyal devlet ise, ilgili basın organlarını bu konularda isteksizlik ve duyarsızlıkla suçlamak son derece büyük bir haksızlık.
Buna karşılık, söz konusu niteliklerin sıralandığı anayasanın 2. maddesinde, başlangıç kısmına da atıf yapılmak suretiyle temel niteliklere eklemlenen “Atatürk milliyetçiliği ve medeniyetçiliği” gibi hukuken bir anlam ifade etmeyen tanımsız kavramlara bağlılık da şart koşuluyorsa, elbette işin bu cihetinin tartışılması gerekir.
Eğer demokrasiden ve hukuktan söz ediliyorsa, hiç kimse belli bir görüş ve ideolojinin kalıbına girmeye zorlanamaz. Girmediği için de dışlanamaz, suçlanamaz, cezalandırılamaz. Dışlanır, suçlanır ve cezalandırılırsa demokrasi ve hukuktan söz edilemez.
Sanıyoruz, işin püf noktası burada yatıyor.
Akreditasyon uygulamasında da karşımıza çıkan temel sorun bu: Atatürkçülük dayatması.
Demokrasimiz bu meseleyi hâlâ mâkul ve mantıklı bir sonuca bağlayabilmiş değil. Anayasanın başlangıç kısmı ve onunla bağlantılı olarak diğer birçok kritik maddede yer alan Atatürkçülük atıfları metinden çıkarılmadığı ve bunu sağlayacak zihniyet değişimi başarılamadığı müddetçe de sonuçlanacak gibi görünmüyor.
Aslında Org. Başbuğ’un sözünü ettiği evrensel değerlerle de çelişen bir durum bu. Çünkü çağdaş demokrasilerin hiçbirinde kişi adıyla anılan bir resmî ideoloji topluma dayatılmıyor.
Yeni Asya’nın akredite dışı basın organları listesine konuluş gerekçesi Atatürkçülük dayatmasına boyun eğmemesi ise, bu, ambargoyu uygulayan mantık açısından tutarlı, ama kamuoyuna açıklanan kriterlerle çelişen bir durum.
Evrensel kriterlerin geçerli olduğu çağdaş dünyaya karşı da izahı imkânsız bir çelişki bu.
Peki, Genelkurmay andıçını perdelemek için ortaya sürülen Başbakanlık andıçında durum ne merkezde? Orada da Yeni Asya’nın adı geçiyor mu? Yoksa görmezlikten mi geliniyor?
Galiba ikinci şık geçerli. Başbakanın Yeni Asya’ya genel tavrı “yok sayma” şeklinde. Bunda, Erdoğan’ın özel sohbetlerde açığa vurduğu, Yeni Asya’ya, siyasete yaklaşımını kastederek “devrini tamamlamış” gözüyle bakan değerlendirmesinin büyük ölçüde etkili olduğunu sanıyoruz.
Ve bunun da yanlış olduğunu söylüyoruz.
15.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|