Birinci Dünya Savaşı sonrasında İstanbul'a gelen ve nihai barışa kadar güvenliği sağlamak maksadıyla görev yapan üçlü Müttefik Yüksek Komiserliği (İngiltere, Fransa, İtalya), İstanbul'u fiilen işgal etmek için toplandı. (15 Mart 1920)
Başkanlığını İngiliz komiserin yaptığı toplantıda şu kararlar alındı:
1) İstanbul, yarın yani 16 Mart 1920 günü sabahın erken saatlerinden itibaren fiilen işgal edilecek.
2) Müttefik askerî makamları tarafından, işgalin gerektirdiği bütün tedbirler alınacak.
3) Harbiye ve Bahriye Nezaretlerini işgali ile her türlü haberleşmeleri kontrol altına alınacak.
4) Posta, telgraf ve telefon hizmetleri kontrol altına alınacak.
5) Hükümet ve Meclisin bütün faaliyeti kontrolümüz altında tutulacak.
6) Osmanlı polisi de sıkı kontrol altında tutulacak ve kamu düzeninin gerektirdiği bütün emir ve talimat, sadece komiserliğimize bağlı askerî makamlar tarafından verilebilecek.
Uygulama başlıyor
Yukarıdaki kararlar, tam bir gizlilik içinde alındı. Ertesi sabah da, derhal uygulamaya geçildi.
İlk iş olarak Şehzadebaşı karakolu basılarak kan döküldü. Arkasından diğer maddelerin tatbikine başlandı.
Bu arada, yine 15 Mart günü işgalciler tarafından alınan bir kararla, 150 kadar asker–sivil Osmanlı aydını hakkında tevkif kararı çıkartıldı.
Dört gün müddetle aranıp tutuklanan ve bilahere Malta adasına sevk edilen bu aydın grubundan bir kısmının isimleri şöyle: Çanakkale kahramanı Cevat (Çobanlı) Paşa, Mersinli Cemal Paşa, Çanakkale kahramanı Albay Şevket Bey, Çürüksulu Mahmut Paşa.
18 Mart günü son toplantısını yapan son Osmanlı Meclis–i Mebusanı, işgal müddetince çalışmasına ara verme kararı aldı. Aynı anda harekete geçen işgal güçleri bazı mebusları da tevkif ederek sürgün edilecekler listesine dahil etti. Bunların arasında Rauf Orbay, Kara Vasıf, Esat Işık Paşa gibi isimler de yer alıyordu.
Sürgün kararı çıkartılanlar, gemiyle 21 Mart 1920 günü Malta adasına götürüldüler.
İşgalin gerekçesi
Osmanlı askerini silâhlardan arındırarak hükümet merkezi olan İstanbul'u işgale niyetlenen ecnebi komiserliği, maksadına kavuşmak için bahaneler arıyordu.
Nihayet, aradıkları bir bahane ortaya çıktı. Kilikya (Çukurova: Adana–Tarsus) bölgesinden İstanbul'a ulaştırılan bir uydurma habere göre, Müslümanlar oradaki Ermenileri öldürüyorlarmış.
Yüksek Komiserlik, hadiseyi tahkik etme gereğini dahi görmeden, gelen uydurma habere itibar etti ve İstanbul'un fiilî işgaline karar verdi.
Oysa, gerçek durum bunun tam tersine idi. Kilikya bölgesindeki Fransız askerlerinden kuvvet ve cesaret alan Ermeni çetecileri pür silâh harekete geçmiş, silâhsız Müslüman ahaliyi kırıp öldürmeye koyulmuştu.
Nitekim, aynı gün, yani işgal planının yapıldığı 15 Mart 1920 günü, Osmanlı Dışişleri Bakanlığı tarafından Fransa Yüksek Komiserliğine yazılan yazıda, Kilikya Bölgesinde caniyane faaliyet gösteren Ermeni militanlarına karşı tedbir alınması isteniyordu.
İşte, söz konusu yazının bir sûreti:
Bâb-ı Âlî Hariciye Nezâreti
Fransa Yüksek Komiserine
Mevzu: Adana bölgesindeki Ermenilerin faaliyetleri.
Sayın Yüksek Komiser,
Faaliyetlerinin civar bölgelere yayılması hususunda kaygılanılması gerektiğini kendilerine bildiririm. Nezâretim (Bakanlığım), Adana bölgesindeki Ermenilerin faaliyetleri hakkında Fransa Yüksek Komiserliğinin dikkatini birkaç kez çekme fırsatını bulmuştur. Son günlerde Osmanlı Hükümetine ulaşan bilgiler, bu korkuları doğrulamaktadır.
İçlerinde çok sayıda Ermeni jandarmasının da bulunduğu yüzlerce kişiden oluşan Adana bölgesindeki Ermeni çeteleri, çok yakın bir geçmişte Haçin kazasına bağlı Mağara nahiyesine bir baskın düzenlemişlerdir. Buradaki Müslümanların evlerini soymuş, kendilerini döverek yaralamışlardır. Ayrıca, arama yapmak ve silâhları teslim etmek bahanesiyle her Türk köylüsünden 20-30’ar lira almışlardır.
Ayrıca, bir kısmı Haçin’deki eski Jandarma Komutanı Kirkor Efendi tarafından komuta edilen bu çeteler Haçin’de kurmuş oldukları Millî Harp Divânı tarafından yargılamak bahanesiyle, çok sayıda köylüyü götürmüşlerdir. (...)
Ermenilerin ellerine düşen bilumum Müslüman jandarmalar, silâhsızlandırılmış ve aynı şekilde bilinmeyen bir akıbete doğru götürülmüşlerdir. Kozan ve Feke’deki gibi Haçin’deki diğer köyler de esirgenmemiştir. Camilerinde hapsedilmiş olan birçok yerdeki halk, canlı canlı yakılarak veya başka şekillerde öldürülmüşlerdir.
Niğde kazasının güney ve güney doğusundaki bölgeler dahil Karaisalı’ya kadar olan bölgedeki halk, tarif edilemez bir ümitsizlik halindedir. Buralarda da halkın Ermeni çetelerinin benzer saldırıları karşısında, canları ve mallarını korumak için güçle karşılık verme zorunluluğunda göreceklerini bilmek gerekir.
Ermeni ve Müslüman unsurlar arasında kanlı çarpışmalara eğer çare bulunamıyorsa, bu durumun kaçınılmaz bir şekilde neticeleneceği tehlikeler üzerinde ısrar etmeme gerek yoktur.
Bu sebeple netice olarak, bir kez daha sayın ekselanslarınızdan bu dayanılmaz durumu kesin bir şekilde sona erdirmek maksadıyla tedbir alınmasını sağlamanızı, vilâyet toprakları üzerinde Ermeni çeteleri kurulmasının engellenmesini, cezalandırma işlemlerinde bulunmak üzere Adana’daki Fransız askerî yetkililerine resmî talimatları iletmenizi ve yukarıda sözü edilen olaylara karışan canileri cezalandırmanızı talep ediyorum.
Sayın yüksek komiser, en içten saygılarımın kabulü dileğiyle... Sefa
15 Mart 1920
* * *
Tam bir eziklik içinde yazıldığı için insanın içini burkan bu dilekçe, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü bünyesinde muhafaza edilen "Başbakanlık Osmanlı Arşivleri" belgeleri arasında bulunmaktadır. (Bkz: BOA. HR. SYS. 2556-2/53)
Burada açıkça anlaşılıyor ki, İstanbul'daki hükümet gizlice yapılan işgal planlarından habersizdir. Ki, hâlâ daha onlardan bir medet bekliyor.
İstanbul'dan ümidini kesen mebuslar, fert fert ve gruplar halinde Ankara'nın yolunu tuttu. İstanbul'un işgalini protesto eden Ankara'daki Heyet–i Temsiliye, toplanacak olan milletvekillerinden müteşekkil bir Meclis'in kurulmasına karar verdi.
Son Osmanlı Meclisinin mebusları, 23 Nisan 1920 günü Ankara'da yeni bir Millet Meclisini teşkil etti.
15.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|