Size, “Alevî bir delikanlıyla Sünnî bir kız evlenmek istese ne dersiniz, dinen caiz midir?” diye bir soru sorulsa nasıl cevap verirdiniz?
Günümüzde özellikle şehirlerde hatlar o kadar karışmış ki konuşma esnasında delikanlı kendini anlatırken, “Biz Aleviymişiz” diyor, kız da, “Biz de Sünniymişiz” diyor. Ne Alevîlikten, ne de Sünnilikten haberleri var.
İstanbul Küçük Çamlıca’daki sohbetimizde bu örneği veren Prof. Dr. Hayrettin Karaman, “Bu soruyu soranlara, ‘Alevî dediğiniz bu genç Âmentü’ye inanıyor mu?’ diye soruyorum. ‘İnanıyor’ diyorlarsa mesele yok. İsminin şu veya bu olması o kadar önemli değil. Önemli olan inancı sağlam bir Müslüman olması” diye cevap veriyor.
Karaman Hocamız bir zaman on beş kişilik bir ilim heyetiyle Azerbeycan’a gittiklerini, seferî oldukları için öğleyle ikindiyi, akşamla yatsıyı cem ettiklerini, yani birlikte kıldıklarını, bu sûretle namazı vaktinde kılabildiklerini söylüyor. Ancak ilim ehli bir arkadaşının “Her namazı vaktinde kılacağız” diye o yolculuklarda mecburen bazı vakitlerini kazaya bıraktığını belirtiyor. Dinin kolaylıklarından niçin istifade edilmesin?
Kılık kıyafet meselesi de sohbette söz konusu oldu. “Kadın erkek, erkek de kadın kıyafeti içinde olmamalı. Kadınlara mahsus ceket ve pantolonlar giyiliyorsa, bunların vücut hatlarını belli edecek, tayt türü tarzda olmaması da gerekir. Tunikle kalça ve alt kısımlar da dar olmayacak bir pantolonla örtülürse bu caizdir” diyordu.
Yazılı basında makaleleri çıkan, görüntülü basında da zaman zaman görünen Prof. Dr. Hayreddin Karaman Hocamızın belli makam ve mevkilere gelmek, siyasî arenada görünmek gibi bir heves içinde bulunduğunu hiç gördünüz, duydunuz mu?
Bir ara söz döndü, dolaştı buna geldi. Niçin siyasî arenada görünmediğinin sebebini şöyle anlattı: “Ben ömrüm boyunca iki şeyden kaçtım: Biri, bir makama gelmek. Diğeri, siyasette görev almak. Bu iki konuda görünmemek için kendi kendime söz verdim. Eğer ben bugün bir siyasî parti içinde bulunsaydım size hitap edemezdim” dedi. Sonra da şu hatırasını anlattı: “Bir gün bir tanıdığım, Evren Paşa’nın bana Diyanet İşleri Başkanlığı’nı teklif ettiğini söyledi. Ben ise bu prensip kararlarım sebebiyle kabul edemeyeceğimi söyledim. Bundan on beş gün kadar sonraydı. Nesil gazetesinden İhsan Atasoy geldi, başörtüsüyle ilgili bir röportaj yaptı benimle. Bir de baktık ki, gazete, ‘Evren Paşa dinin emrini bize sorsun!’ diye bir başlık atmamış mı! Herhalde Evren Paşa, ‘İyi ki bu adamı başkan yapmamışım diye sadaka vermeli’ diye bir lâtife de yaptı Hocamız.
İlim meclislerinde ilim ehliyle sohbetlerin tadı da başka oluyor.
15.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|