Müşrik ileri gelenleri Ebû Tâlip’e gelip Peygamberimizden şikâyetçi olduklarını belirtince, Ebû Talip Peygamberimizi çağırmış, konuşmuştu. Kâinatın Efendisi (a.s.m.) amcasına, “Ben onları kendileri için daha hayırlı olan birşeye dâvet etmiyor muyum ki?” dedi.
“Neye dâvet ediyorsun sen onları?”
“Ben onları kendilerine Arapları itaat ettirecek ve yabancıları hükümleri altına aldıracak bir kelimeye dâvet ediyorum.”
Ebû Cehil başta olmak üzere hemen kulak kabarttılar Kureyş ileri gelenleri. Çok hoşlarına gitmişti Araplara ve yabancılara hükmetme sözü. Ve Ebû Cehil heyecanla, “Nedir o? Değil sadece ona ve on kat fazlasına bile itaat ederiz” dedi.
Resûl-i Ekrem (a.s.m.) tek bir cümle söyledi onlara: “‘Lâ ilâhe illallah’ diyeceksiniz”1 dedi.
Bu cümle söylenmesi kolay, serapâ hak ve hakikat bir cümleydi. Ama elleriyle taştan, tahtadan yaptıkları putlara tapacak kadar kör, sağır ve dilsiz insanlara bu gerçeği anlatmak çok zordu. Akıl ve kalp kapılarını gerçeklere kapayanlar bu cümlenin nuruyla gerçekleri görecek ve bu baha biçilmez hazineye dört elle sahip çıkacaklar ve Resûllullahın buyurduğu gibi asırlarca dünyaya hükmedeceklerdi.
“Lâ ilâhe illallah” diyen insan bu cümleyi söylerken, “Hâlık ve Rezzak Ondan başka yoktur. Zarar ve menfaat Onun elindedir. O hem Hakimdir, abes iş yapmaz. Hem Rahim’dir, ihsanı, merhameti çoktur”2 demek ister.
İmanın özüdür bu cümle. Bu cümleyi bütün gönlüyle söyleyen ve yaşayan insan, “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hadiselerin tazyikatından kurtulabilir”3 sırrınca kâinata meydan okur.
Ubade bin Samit arkadaşı Haşim bin As’la birlikte Bizans kralı Herakliyus’un sarayına boyunlarında kılıçları olduğu halde atlarıyla yürüdüklerinde halk şaşkınlık ve hayranlıkla onları seyrediyordu. Hayvanlarından inmiş ve öyle bir “Lâ ilâhe illallahu vellahü ekber” demişlerdi ki saray bir hurma ağacı gibi sallanmıştı.
Kralla görüşmüşler, kral onlara birçok soru sormuş, “Sizin yanınızda en büyük sözünüz nedir?” diye sorduğunda da, onlar, “Lâ ilâhe illallahü vellahü ekber” demişlerdi.
Sarayının bu sözle sallandığını gören kral, hayretini gizleyemeyip, “Peki, siz evinizde, memleketinizde bunu söylediğinizde evleriniz sarsılıp tavanlarınız üzerinize çökmüyor mu?” demekten kendini alamamıştı. Onlar da, “Hayır” dediler. “Biz hiçbir zaman bu cümlenin öyle evlerimizi sarstığını, çatılarımızı üzerimize çökerttiğini görmedik. Sadece burada gördük. O bize bir öğütten başka birşey değildir.”
Kral bu olup bitenler karşısında şöyle demekten kendini alamamıştı: “Nefsim saltanatımdan ayrılmaktan hoşlansaydı size tabi olur, ölünceye kadar da sizin hakir bir köleniz olmayı isterdim.”4
İşte böyle iman bazan açıkça, bazan da mânen titretir insanları.
Dipnotlar:
1- Peygamber Efendimiz, s. 116. 2- Sözler, s. 25. 3- Sözler, s. 284. 4- İslâm Tarihi, 2: 303.
11.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|