Çıkmaz sokaklar arasında daima bir üçüncü yol vardır. Sözgelimi ideolojiler arasında daima bir üçüncü yol olagelmiştir. İdeoloji olarak kapitalizmle komünizm arasında, inanç bağlamında Hıristiyanlıkla Yahudilik arasında, mezhebî bağlamda Rafızîlikle nasibîlik arasında, günümüzde de liberalizm ile ulusalcılık arasında mutlaka orta bir yol vardır. Keza istibdat ile işgalcilik arasında da yine orta bir yol bulunmaktadır. Amerikalıların yaptığı gibi işgalcilerin istibdadı, bölge liderleri gibi istibdadın da işgalcileri göstererek bir kısır döngüye yol açmalarına izin vermemeliyiz. Burada eksenlerden birisine seçici destek veya köstek, bu yanlış sarmallarını beslemektir. İfrat ve tefrit eksenine nefes aldırmaktır. Zira onların birbirlerine olan husûmetleri taktik düzeydedir. Güç oyununun bir parçasıdır. Dolayısıyla çizgilerini meşrulaştırmak için takdim ettikleri dâvâları ellerindeki hükmetme kartından başka bir şey değildir.
Suriye rejimi Filistin’de HAMAS, Lübnan’da Hizbullah ve Irak’ta direniş kartını kullanıyor. Buna mukabil müttefiki görünen İran ise, Irak’ta tam tersi kartları kullanıyor. Güya her ikisi de sonuçta Amerikan aleyhtarı. Birbirlerine muhalefet ederek veya öyle görünerek kendilerine hayat alanı açıyorlar.
Elbette zıt müttefikler arasında bir üçüncü yol var. Bu itidal ve vasatiyet yoludur. Daha önce benzeri bir vetireyi Saddam ile ABD arasında yaşamıştık. Dolayısıyla, istismara alet olarak destekle bu uçların hacminin büyümesine katkıda bulunmak, öncelikli olarak ehl-i hak ve hakikatın kendi zeminine darbe vurması olur. Geçen dönemde İstanbul’da Fethi Yeken ile İhvan arasında bir mutabakat sağlanmış (16 Şubat 2007 İstanbul). Bu mutabakat zıt projeler veya ittifaklar arasında üçüncü bir yolu ortaya çıkarma ve bulma mutabakatı olarak ifade edilebilir. Aksi kategorik yaklaşımlar, bizi farkına varmadan istibdadın veya işgalin pençesine düşürebilir ve ortağı haline getirebilir. Ve dindarlar son sıralarda bu tuzağa çok düşmeye başladılar. Bunun sonucu olarak kimileri Amerikan işgalini meşrû görürken, kimisi ulusalcıların kervanına katıldı. Türkiye dışında da böyle bir durum var. Kimileri Suriye ve Esad rejimi, Lübnan dolayısıyla tazyik altında diye bu rejimin muhafızlığına soyundu. Halbuki istibdat ile işgal arasında yaşanan bir güç oyunundan ibarettir. Bu açıdan Amerikan aleyhtarı gözüktüğü için müstebit idareleri otomatik veya kategorik olarak desteklememiz gerekmiyor.
***
Suriye Müslüman Kardeşler Genel Murakıbı Seyyid Ali Sadreddin Beyanuni, Seymour Hers’in iddiasını yalanlayarak, Suriye rejimine karşı ABD’den malî veya finans desteği sağlamadıklarını bir kez daha yinelemiştir. Ve Suriye’ye yabancı bir askerî müdahaleye karşı olduklarını açıklamıştır. Bu Mısır İhvan’ının da yaklaşımıyla bire bir örtüşmektedir. Turuncu devrim girişimleri sırasında ABD’nin Mısır İhvanıyla bağlantıya geçme teşebbüslerini akîm bırakan İhvan Lideri Akif, meşhur sözünü söyleyecektir: “La nestakvi biemarika dıdda Mübarek” yani, ‘Biz Mübarek’e karşı Amerika ile güçlenmeye razı değiliz’. Mealen: “İşgal tankına binerek iktidara gelmek istemiyoruz” demiştir. Bu, gerçekten de yerinde bir yaklaşımdır. Enver’e karşı Antranik’le birlikte olmak her zaman merdut bir tezdir. Bununla birlikte, Irak’ta ABD’nin aracı sınıflar olarak gördüğü kimi Kürt gruplarla, İran destekli kimi Şiî gruplar işgalle birlikte kendi gruplarını güçlendirmeyi yeğlemişler ve seçmişlerdir. İşte bunu yapanlar, bunların sarahatle dile getirilmesini fitne gerekçesiyle istemiyorlar ve karşı çıkıyorlar. Burada içiçe birçok yanlış var. Bu yanlışlardan birisi birilerinin Amerikan düşmanlığının işine geldiği gibi, seçici bir surette kullanmasıdır. Ve bununla içerideki haklı seslerin iskat edilmesi ve susturulmasıdır. Kardavi ile Rafsancani’nin Cezire Kanalı’nda yaptıkları konuşma da tam bunun ispatı olmuştur. Kardavi ne zaman hakikatları dile getirmek istese, Rafsancani sözlerini ‘Amerikan ağzıyla konuşuyorsun’ diye kesmek istemiş ve mukabele etmiştir. Burada hakikatı dile getirmek, Amerikan ağzıyla konuşmak olarak nitelendirilmektedir. Bu, Türkiye’deki ulusalcılığın veya Suriye’de Beşşarcılığın karşılığıdır. Buna göre ölüm mangalarını ihdas etmek ve işgale müzahir olmak suç değil, ama sonuçlarından söz etmek suçtur, fitneyi kaşımak ve uyandırmaktır. Ölüm mangalarının Sünnîleri tenkil etmeleri ve biçmeleri suç değil, ama bunun yol açtığı rahneleri veya Şiî-Sünnî gerilimini konuşmak suçtur ve fitneye alet olmaktır. Bu bağlamda, Fehmi Huveydi gibilerinin de dile getirdiği gibi, sarahat, yani açıklık fitne, ama sarahatten kaçınmak ve dolambaçlı davranmak makbul bir davranıştır. Fitne ateşini söndürmektir.
***
Amerikan düşmanlığının kart olarak ve seçici olarak kullanılmasına en büyük misâl, 8 yıl süren İran ve Irak savaşıdır. Bu savaş bir Amerikan planıdır ve iki tarafı da yıpratmayı ve tüketmeyi amaçlamaktadır. Nixon’ın ‘Savaşsız zafer’ kitabında aynen şöyle denilmektedir: “ABD için en uygun olanı İran-Irak’ın yenişemeden bu savaşı sürdürmeleridir...” İşte bu noktada İran (Başta merhum Ayetullah Humeyni ve Hamaney ve Rafsancani olmak üzere) ısrarla bu planının uygulayıcısı olmuştur. Halbuki Irak’ın hızının kesildiği anlarda savaşı kesmek ve zararı asgarî düzeye indirmek veya bu çapta tutmak ve Amerikan planlarını makul seviyede akamete uğratmak, pekâlâ mümkündü. Ama hırs ve kibir buna mani olmuştur. Burada hikmet, akıl tutulmasının veya öfkenin kurbanı olmuştur. Elbetteki burada suçu tek yanlı olarak İran’a yüklemek doğru değildir, ama İran’ın payı da ortadadır. Dolayısıyla, ‘Amerikan ağzıyla konuşuyor’ diye başkalarını susturanlar, zaman zaman eylemleriyle ABD’ye müzaharet etmektedirler. Bundan dolayı üçüncü mihver veya tarz çok önemlidir. Bunun inşa ve tahkim edilmesi gerekir.
Bu bir nev’î Soğuk Savaş dönemindeki Bağlantısızlar hareketine benzemektedir. Bunun somut açılımı şudur: Mihverleşmeden uzak kalmak. Dindarlar, elbetteki Mustafa Meşhur ve Beyanuni’nin yaptığı gibi, İsrail veya Amerikan projesini destekleyemezler. Ama onun karşısında kayıkçı kavgasıyla kendi kefesini güçlendirmek isteyen cepheye de alet olamazlar. En doğrusu rejimlere alet olmadan, mümkün mertebe onlara nush görevini ifa etmektir. Anlarlarsa da kendilerine, anlamazlarsa da…
Rejimlerin tuzağına düşmeden milletin ve memleketin birlik ve bütünlüğüne sahip çıkmak da her zamanın görevidir. Zor olmakla birlikte, başka seçenek de yok. Zıt projeler yerine makul projelerde buluşalım.
11.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|