Tohumcuklar, bir çoğulculuğun kendi içinde birliği ve düzenidir. Meyvenin saklı birer şifresidirler. Geleceğe ait ifadesidirler. Birer “vahdet ayineleri” olarak kesretten vahdeti nazara veren “Kudret ihatası” ve “ilmin şümulüne” sadık şahitlerdirler. (Sözler 997)
Dal budak salan ağacın yayılmacı ve dikkat çeken büyümesi ile yeryüzünde her tarafta kendini gösteren kesret/çoğunluk etrafında, âlem de kendini okuturken, bakışları birliğe/vahdete çeviriyorlar.
Her ağaç kendini hal diliyle ifade eder.
“Dal budak salmış şu koca ağacın içinde dağılma, boğulma; bütün o ağaç bizdedir. Onun kesreti, vahdetimize dahildir.” (Sözler 997)
Mesaj açık; kesrette vahdete dahil olmak, büyürken özü korumak, gelişirken maksadı taşımak, tohumcuklarda aynı özelliği göstermek, bütün inkişaflarında “bir” olmak, “bir”e işaret etmek, vahdet tecellisine mazhar olmak.
Kesret; boğucu, meşgul edici, dağıtıcı, kendinde feda edici ve bütünlüğü bozucu bir keşmekeşlik halidir. Fikr-i amali dağıtır. İnsicamı engeller. Maksadın önceliğini gölgeler. Çatışmayı ve zihni karmaşayı getirir. Amaca yönelmiş her şeyin üstünde birlik mührü arayan tevhidî bakışı zayıflatır.
Kesret sularında; her ekleme, yeni meşguliyetler, sorumluluklar, öğrenmeler ve derinleşen nazarlar, uzun bir yüzme kulvarın da takatini zorlayan, sonunda yorulan ve dönüşü olmayan “deniz ortasında boğulma” gibidir.
Burada dikkat isteyen husus, yarının ağacı olan çekirdeğin hususiyetlerine atf-ı nazardır.
Nasıl ki ağaç, meyvesi için anlamlıdır, meyve onun okunan tasarımıdır, benzer şekilde “meyvenin kalbi hükmünde olan her çekirde(ğin) dahi, vahdetin birer maddî ayinesi oldukları” aşikârdır. “Zikr-i kalbi-i hafi” ile her çekirdek, koca ağacın “zikr-i cehrisi”ni okur ve bütün isimlerin tecellilerini zikreder.
Çekirdek, bu haliyle ağacın sessiz zikri ve fikri olur. Onun görünmeyen varlığını korur. Bütün özelliklerini ve yaşadıklarını bizzat kendisinde tutar ve uygular. Ağaç, onun yansıması ve tezahür eden sesli dili olur. Bütün bunlar “vahdet ayinelerini” temsil ederler.
Çünkü “ağacın kesretli dal ve budaklarının, bir tek çekirdekten gelmiş” olduğunu biliyorum. “Ağacın san’atkârının icat ve tasviri de vahdetini gösteriyor”, ki bu pencereden baktığımız, her ağaç, dalları, yaprakları ve meyveleri ile geniş bir çekirdekten gelmenin tevhit hakikatini söyler ve söyletir.
Kâinat ağacı da aynı şekilde “menba-ı vahdetten vücut alır, terbiye görür.” Buna mümasil, kâinat ağacının meyvesi insandır. “Kâinatın meyvesi olan insan, şu kesret-i mevcudat içinde, vahdeti gösterdiği gibi, kalbi dahi iman gözüyle kesret içinde sırr-ı vahdeti görür.” (S.998)
Burada gören bir göz lâzım. İman gözlüğü ile bakmalı ve kalbin sadefinden çıkmalı. Varlıkların yoğun, dağıtan ve daraltan dünyasından sıyrılıp, küçük ve kodlanmış kâinat olmanın müstesnâ yaradılışıyla insan, vahdet sırrını görmeli, okumalı, anlamalı ve yaşayarak anlatmalı. Gerisi masivadır.
Sonuç olarak; “ağaca müteveccih küllî nazar, küllî tedbir, külliyetiyle ve umumiyetiyle bir tek meyveye bakar, çünkü o meyve, o ağaca bir misal-i musağğardır.” (Sözler, 998)
11.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|