Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Süleyman KÖSMENE

Kısa... Kısa...



Cemal Bey: “Tabiat Risâlesinde, ‘İnsanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmam eden dehşetli kelimeler var; ehl-i iman bilmeyerek istimal ediyorlar’ cümlesine göre gayr-i ihtiyarî, anında veya biraz sonra pişman olacağımız, aslında razı da olmadığımız sözlerden mes’ûl müyüz?”

Bedîüzzaman Hazretleri Tabiat Risâlesinde kâinatın oluşumunda ve yaratılışında sebeplerin, kendi kendine oluşun ve tabiatın asla makam ve yetki sahibi olmadığını, her şeyin doğrudan Allah’ın kudreti ile yaratıldığını ispat ediyor. Bu risâlenin başlangıç kısmında ehl-i imanın da, farkında olmadan kendisi aleyhine sonuçlanabilecek dehşetli bir takım sözleri söylediğine vurgu yapılıyor. Ehl-i imanın kullandığı bu kelime ve söz hatalarından üç tanesi zikrediliyor ve şirke çok yakın olduğu için muhakkak sakınılması isteniyor. Meselâ konuşmalarda doğrudan Allah’ın kudretine değil, sebeplere de pay verir kelimeler kullanmak veya kendi kendine oluşu telâffuz eder cümleler sarf etmek; ya da varlıkları tabiatın iktizası gibi gören konuşmalarda bulunmak yahut Allah’ın vahdaniyetine uygun düşmeyen kelime veya cümleleri telâffuz etmek bu cümleden hatalı sözler olarak sayılabilir.

Hiç şüphesiz sözlerimizden ve konuşmalarımızdan mes’ûlüz. Atalarımız, “Bin düşün; bir söyle!” veya “Konuşmak gümüşse, sükût altındır!” diye sanırım bu ağır mes’ûliyete işâret etmişlerdir. Ağzımızdan çıkan kelime veya cümlelere dikkat etmeli, pişman olacağımız veya bizi mahcup edecek sözcükleri mümkünse kullanmamalıyız. İsabetsiz veya yanlış sözlerimizle eğer insanları kırmış isek, özür dilememiz; eğer Allah’a karşı hatalı konuşmuş isek de hemen tevbe etmemiz daha uygun olur. Her hatanın, günahın ve kusurun “tevbe ve istiğfar” ile dönüşü vardır. Ancak daha sonra aynı sözcükleri dilimize almamaya, aynı hataları yapmamaya özen göstermemiz gerekir.

****

Bir bayan okuyucumuz: “Haksız yere edilen bedduâ kabul olur mu?”

İnsanların yıkımı için, insanların mahv olması için, insanların harap olması için bedduâ yapılmamalıdır. En başta, İslâmiyet bizden bu nezaheti ve nezaketi ister. Peygamber Efendimiz (asm) kendisine dayanılmaz eza ve cefa yapan müşriklere karşı bedduâ yapmamış, onlar için Cenâb-ı Hak’tan hep hidayet talep etmiş, hep bağışlayıcı olmuştur. Bedduâ yapmaktan Cenâb-ı Hak razı olmaz. Diğer yandan, haksız yere yapılan bedduâların yapılana değil, yapana zarar verdiği de hep tecrübelerle sabittir.

***

Muhammed Bey: “Akıl ile nakil çatışırsa hangisi tercih edilmelidir?”

Üstad Bedîüzzaman der ki, “Akıl ile nakil teâruz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil olunur. Fakat o akıl, akıl olsa gerektir.”1

Yani, akıl ile nakil çatışırlarsa akıl esas alınır. Fakat o akıl, cerbezeden uzak, hikmet dolu ve selim bir akıl olmalıdır. Aksi takdirde “uydurmacılık” nakil için ne kadar handikap ise, “cerbeze ve üstün körü bakış” da akıl için o kadar handikaptır. Doğrulara ulaşmak için nakil de, akıl da birer araçtırlar. Fakat her ikisinin de hem handikapları, hem de doğruları vardır. Doğrular ne uydurmacılığa kurban edilmeli, ne de cerbezeye ve üstün körü bakışlara rüşvet verilmelidir.

***

Ankara’dan okuyucumuz: “Yolculuklara gece mi çıkmalıyız? Bunun sünnet olduğu söyleniyor. Eğer sünnet ise, hikmeti nedir?”

Yolculuğa çıkma saatini daha çok ihtiyaç ve gerekçe belirler. Eğer günün şu saatinde veya bu saatinde çıkılması gerekiyorsa, o saatte çıkılmalıdır. Ama erkence çıkılmalıdır. Sünnet olan budur. Peygamber Efendimiz (asm) ihtiyaç olduğunda günün her saatinde yolculuğa çıkmıştır. Bazen gereklilik ve ihtiyaç durumuna göre gece çıktığı gibi, bazen de öğle vakti veya öğleden sonrası yola çıkmıştır.2

Eğer binek kendimize ait ise, o gün başka saatlerde yola çıkmak için bir gerekçe de yoksa, yolculuğa çıkış saati olarak seher vakti gibi günün erken bir vaktini tercih etmek şüphesiz hem sünnete uygun olur, hem de inşallah daha huzurlu, feyizli ve bereketli bir yolculuğa vesile olur.

Dipnotlar:

1- Muhâkemât, s. 10

2- Nesâî, Namaz Vakitleri, 42

11.03.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (10.03.2007) - Amel defteri üzerine

  (09.03.2007) - Şeriat âdâbı üzerine

  (08.03.2007) - Kadının şefkat ve merhameti

  (06.03.2007) - Tesbihat nedir ve nerelerde yapılır?

  (05.03.2007) - Kur'ân'da Seb'ül -Mesânî-2

  (04.03.2007) - Kur'ân'da Seb'ül-Mesânî -1

  (03.03.2007) - İnsanın bekâsı

  (02.03.2007) - Risâle-i Nur'dan muhtelif konular

  (01.03.2007) - Demirci'den reşit vicdanın sesi

  (28.02.2007) - Muhtelif konular

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004