Nur mesleğinin temel prensiplerinden biri olan müfritâne irtibat çerçevesinde, önceden yapılan plân gereği Yozgat’ın Yerköy ilçesine gittik. Takside dört kişiydik. Kılavuzumuz aynı ilçeden olan değerli bir kardeşimizdi.
Kırıkkale ve Yozgat illerinden de gelen gönül dostlarımızla birlikte, Yerköy hizmet merkezi tamamen dolmuştu. Maâlesef uzun yıllar sonra gidebildiğimiz bu ilçede, Nur hizmetlerinin bir hayli inkişaf ettiğini gördük. Saatler süren ders ve sohbetten sonra ayrıldığımız bu ilçeden gayet memnun olarak dönmüştük. Karşılıklı şevk alış verişi hepimize bayram havası yaşatmıştı. Böylece, bir Salı akşamı rızâ dâiresinde değerlendirilmişti.
Ertesi hafta, yine bir Salı günü yollardayız. Hedef, Konya Ereğli’siydi. Öğleden sonra ulaştığımız Ereğli’de, şehrin su ihtiyacının karşılandığı İvriz kaynak suyu başta olarak, muhtelif mekânları ve esnaf dostları ziyaret ettik. Akşam hizmet merkezindeyiz. Girişinde, Yeni Asya Bürosunun bulunduğu binanın üstünde iki kat çok güzel tanzim edilmişti. Masraftan kaçınılmayarak tavanı ve duvarları ahşap malzemeyle donatılan seksen metrekarelik salon oldukça doluydu. Okuma programlarına da elverişli olan bu mekânda geç saatlere kadar ders ve sohbetler devam etti. Paylaşıma dayalı bu dersler hepimiz için feyiz kaynağı olmuştu. Gönül dostlarımız daha sık aralıklarla gelinmesini istiyorlardı. Çünkü en son gittiğimiz tarihten bu güne tam on yıl geçmişti. Yılların nasıl geçtiği fark edilmiyor bile.
Aynı hafta Cuma akşamı yirmi üç otobüsüyle yine yollardayız. Bu sefer gideceğimiz hizmet yeri daha uzaklardaydı. Altı yüz kilometre mesafedeki Aydın iliydi. Sekiz saat süren bir yolculuğumuz vardı. Yol arkadaşım bir memurdu. Pasaport işleri ile uğraşıyormuş. “Ahirete giden yolculara da, verdiğin pasaport geçiyor mu?” diye sordum. Güldü ve “Geçmez” dedi. “Pasaport yetmez, vize de olması lâzım, yoksa gidilecek ülkeye sokmazlar değil mi?” diye tekrar soru yönelttim. Gülerek, “Tabiî, vize şart” dedi. “İşte, ecel bir pasaportsa, beş vakit namaz Cennete gidecekler için bir vizedir. Beş vakitle aran nasıl?” dedim. “Maalesef kılamıyorum” dedi. Yaşı otuzun üzerindeydi. “Eyvah! O halde senin pasaport vizesiz olacak, tedbir almalısın” dedim. Güldü ve çok arzu ettiğini fakat bir türlü başlayamadığını söyledi. Toplumun genelinde bu zaaf vardı. Koskoca arabada gidiş ve dönüşte sabah namazını kılan tek kişiydim. Üzücü bir durumdu. İman zayıflığından kaynaklanan bu hâlin düzeltilmesi için daha fazla çalışmamız gerekiyordu.
Sabah yedide Aydın iline ulaşmıştık. Ahmet ve İbrahim kardeşlerimiz alıp hizmet merkezine götürdüler. Bir miktar istirahattan sonra, şehrin en yüksek tepesinden Aydın ilinin genelini temâşa ettik. Sonra, Bediüzzaman tarafından kendisine Risâle-i Nurun avukatı nâmı verilen Ahmet Feyzi Kul Ağabeyin Çamlık’taki kabrini ziyaret ettik, Fatihalar okuduk. Bu hususta bizlere zaman ayıran Davut ve İbrahim beylere teşekkür ediyoruz.
Akşam, üç saat süren toplantımızda Nazilli’den gelen dâvâ arkadaşlarımız da vardı. Bediüzzaman, son müceddiddi. Yeni Asya ekolü olarak yeni mücedditlere ve çıplak uyarıcılara ihtiyacımız yoktu. Tecdit vazifesi tamamlanmıştı. Sonradan istişâre ile yaptığımız şeyler, ihtiyaçtan kaynaklanan bir takım düzenlemelerdi. İman hizmeti, kıyamete kadar sürecekti. Toplumun genelinde meydana gelen dünyevîleşme hastalığından kısmen biz de etkilenmiştik. Yeniden rahle-i tedrise dönmeye ve Nurları okumaya şiddetle ihtiyacımız vardı. İhlâs, uhuvvet, tevâzu, mahviyet, terk-i enâniyet ve fenâ fi’l-ihvan gibi rûh-u aslîden olan değerleri ihyâ etmek zorundaydık. Çünkü, ülfet, ünsiyet ve ihmal sahillerinden bir hayli uzaklara açılmıştık. Kalp dâiresindeki merkezî hizmetlere ağırlık vermek mecburiyetimiz vardı. Bediüzzaman ve ilk talebelerinden bize kadar gelen hizmet tarzını, gelecek nesillere intikal ettirme sorumluluğumuz vardı. Şimdiye kadar bizi biz yapan değerleri ve genetik kodlarımızı Allah’ın yardımıyla korumuştuk. Her türlü farklılaştırma gayretlerine metânetle mukavemet etmiştik. Nûrun hakîki ve sâdık şakirtleri vasfını muhafaza için buna devam etmeliydik. Bir kişinin imanının kurtulmasına vesile olmayı dünya ile değişilmez bir vazife bilmeliydik. Heyecanımızı ve şevkimizi bu noktalara yoğunlaştırmalıydık. Sohbetimiz bu minval üzere uzayıp gitti.
Gece yirmi üç otuz otobüsüyle yola çıkıp Ankara’ya döndüğümüzde, küçük de olsa hizmete bir katkıda bulunmanın huzurunu yaşıyorduk.
14.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|