Şu dünya misafirhanesine gelip bir süre kalan ve ardından ebediyetler âlemine giden insanları iki grupta mütalâa etmek alışıla gelmiş bir yaklaşım şeklidir, bir düşünce tarzıdır. Zira gerçek de budur. İnsanlar ya Kâinatın Yaratıcısının göndermiş olduğu elçilere kulak vermiş, ya da meslekleri sadece bozgunculuk ve isyan olan şeytanların peşinden gitmişlerdir.
İnsanlar ya Nübüvvetin aydınlık yolunun yolcusu olmuş veya şirkin karanlık yollarında düşe kalka ölüm denilen istasyona bin bir güçlükle ulaşabilmişlerdir. İnsan yaratılışında var olan, her zaman faydalısını tercih etmek ve zararlı olandan uzak durmak anlayışı ne yazık ki her zaman hükmünü insan hayatında icra etmemektedir.
Hazır lezzeti yakın gelecekte olan büyük mükâfatlara tercih eden acûl insanlar, insanlık tarihi boyunca hep cehalet içinde yaşamış, kendilerine verilen nimetlerin sahibini merak etmeden, nankörlük sıfatına haiz bir şekilde dünya hayatını yaşamışlardır.
Her zaman olduğu gibi tarih günümüzde de tekerrür etmektedir. Yirmi birinci asrın modern Firavunları yine insanları hem kendilerine hem de kör nefislere köle etmektedir. İnsanlar düşünce bazında her zamankinden fazla ilerleme kaydetmesine rağmen, kendilerini tam olarak keşfedememekte ve cahilliğin dik âlâsını yaşamaya devam etmektedir.
İstikbal endişesi bütün insanlarda bulunduğu halde, insanların bir kısmı geleceği sadece dünya hayatından ibaret görmektedir. Değil ölüm ötesini, ölümü bile akıllarına getirmek istemeyenler, üç-beş günlük dünya hayatı için altın ve elmas değerindeki zamanlarını boşa harcamaktadırlar.
Sadece dünya hayatına yönelik ticarete yönelenler, bütün mesailerini, insanları nasıl zarara uğratacaklarının ve böylece ne kadar maddî kazanç elde edeceklerinin hesabı üzerinde sarf etmektedirler. Yanlış hesaplar kabirden döndüğü zaman artık yapılabilecek bir şey kalmamaktadır.
Rabb-i Rahim’den getirdikleri İlâhî mesajları insanlara kabul ettirmek için çabalayan insanlığın medar-ı iftiharları, bu hizmetlerine mukabil insanlardan hiçbir şahsî menfaat beklemedikleri halde; çoğu zaman aklını kullanmayan insanlar, ellerine geçirdikleri kaba kuvvetleriyle zayıf insanların sırtından geçinip, onları sömüren insan sûretindeki şeytanların peşlerinden gitmişlerdir.
Kendilerinden hiçbir dünyevî menfaat beklemeden hem dünyalarını hem de ahiretlerini kurtarmak isteyen Allah’ın elçilerini dinlemeyip, Firavun ve Nemrut gibilerin meşrebinde olanların peşinden gidenler, insanların ne derece zalim ve cahil olabileceğinin birer örneği olmuşlardır.
Yaptıkları hizmetler karşılığında bizlerden maddî bir menfaat beklemeyen insanları dinlememek; dünyevî makam ve mevkiler elde etmek, maddî menfaatlere kavuşmak için işlemeyecekleri cinayet bulunmayan insan bozuntularının peşinden gitmek ne kadar korkunç bir yanlışlıktır? Varlıkların en mükemmeli olarak yaratılan insanoğlu, nasıl bu yanlış hesapların hiçbir kazanca götürmeyeceğini düşünemez, doğrusu akıl erdirmek oldukça zordur...
Şeytanların elinde oyuncak haline gelmek ne kadar kötüdür? Nefsin heva ve heveslerinin zebunu olmak ne kadar büyük kayıptır? Hazır geçici lezzetleri, yakın gelecekteki ebedî saadetlere tercih etmek ne kadar cahilce bir akılsızlıktır?
Hiç şüphesiz dünya hayatı üzerine bahse girenler kaybedeceklerdir. Hayatı dünyadan ibaret bilmenin büyük kayıp oluşunun delilleri her gün gözümüzün önünden geçmektedir. Büyük ümitlerle dünya hayatına bağlanan insanların, sonbaharda ağaçlardan dökülen yapraklar gibi dünya hayatından düşüp kabir çukuruna girmekten kendilerini kurtaramadıklarının ne kadar çok örnekleri vardır yaşadığımız hayatta?
Bütün bu gerçeklere rağmen gaflet uykusundan uyanmamak ise, ifade edilmesi zor bir vahim durum...
13.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|