İstanbul’dan okuyucumuz: “Yirmi Dokuzuncu Söz’de bahsedilen zulmet bahri, hava ve elektrikten yaratılan zîşuur mahlûklar kimlerdir?”
Üstad Bedîüzzaman Hazretleri meleklerin muhtelifü’l-cins olduğunu, yani cinslerinin muhtelif olduğunu beyan ediyor.1 Yirmi Dokuzuncu Söz’ün, bahsettiğiniz Mukaddime bölümünden sonra gelen Birinci Maksad’ında ve Birinci Maksad’ın “Esaslar”ında konuyla ilgili ayrıntılı açıklamalar bulmak mümkündür.
Meselâ Birinci Esas’ta, nurdan, zulmetten, esir maddesinden, mânâlardan, havadan, kelimelerden hayat ve şuur sahibi mahlûklar bulunduğunu beyan eden Bedîüzzaman Hazretleri, hayvanların pek çok muhtelif cinsleri bulunduğu gibi ruhânî mahlûkların da o lâtif ve seyyal maddelerden çok çeşitli cinslerde yaratılmış olduğunu, onların bir kısmının melekler, bir kısmının ruhanîler ve cin cinsleri bulunduğunu kaydeder.2
Yine aynı Esas’ın son bölümünde ise Üstad Hazretleri, daha açık biçimde nardan, nurdan, ışıktan, ateşten, zulmetten, havadan, seslerden, hoş kokulardan, kelimelerden, esir maddesinden, elektrikten ve sair lâtif maddelerden yaratılmış olan ruh ve şuur sahibi mahlûklar bulunduğunu; meleklerin cinslerinin maddelerin cinsleri gibi muhtelif bulunduğunu, bunlara Şeriatın “melâike, cinler ve ruhâniyât” dediğini beyan eder. Bediüzzaman Hazretleri bir katre yağmurda görevli meleğin, güneşte görevli melek cinsinden olmadığını, cinlerin ve ruhanîlerin de aynı şekilde muhtelif cinsleri bulunduğunu belirtir.3
***
Sertaç Bey: “İnsanlar arasında sıkça ‘Affettim’ kelimesi çok kullanılıyor. Affetmek Allah’a (c.c) mahsus değil mi? Bizler bunun yerine ‘Hakkımı helâl ederim’ dememiz gerekmez mi? Affetme yetkisine sahip miyiz?”
Affetmek Allah’ın hem sıfatı, hem de bizlere emri. Zaten İslâmiyet, Allah’ın isim ve sıfatlarından doğan güzel ahlâkı yaşamamızı ön görüyor. Dînimizin her emri ve her yasağı, Allah’ın bir veya birden fazla ismine dayanıyor.
Allah Afüv’dür. Affeder, affetmeyi sever ve kullarına affetmeyi emreder. Yani “af” gibi bir güzel ahlâkı kullarında da görmek ister. Nitekim Kur’ân, bir âyetinde, “Affetsin. Aldırış etmesin. Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz?”4; bir diğer âyetinde de, “Onlar (Allah’tan hakkıyla korkanlar), bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar, insanları affederler. Allah iyilik edenleri sever”5 buyurarak affı önemli bir ahlâkî kural olarak emrediyor.
İster “Affettim” diyelim, ister “Hakkımı helâl ettim” diyelim; bu aftır. Yani bu ifade, bizim, o kişi ve o mesele ile ilgili olarak mahşere dönük hakkımızdan vazgeçtiğimizi, artık o meseleden dolayı o kişinin yakasına yapışmayacağımızı bildirir. Bizim affımızdan sonra dilerse Cenâb-ı Allah da o kişiyi affeder. Fakat bizimle ilgili bir haktan dolayı, biz onu affetmeden Cenâb-ı Hak affetmiyor. Nihayet, bizim hakkımızı mahşerde ondan alıp bize teslim ediyor. Onu affettiğimiz takdirde de bize sevap lütfediyor.
***
Nevşehir’den okuyucumuz: “Okuduğumuz Kur’ân-ı Kerîm ve yaptığımız ibâdetlerimizden, başta Peygamberimiz (asm) olmak üzere asfiya, evliya ve diğer mü’minler ile yakınlarımızın hissedâr olabilmesi için her zaman onlara ismen bağışlamak mı gerekir? Yoksa nasıl bir niyet taşımamız ve onlar için neler istememiz gerekir?”
Geçmişlerimize ismen veya genel bir çerçeve içinde Fatiha okuyabileceğimiz gibi; ibadetlerimizden sonra ismen veya genel bir çerçeve içinde duâ da yapabiliriz. Her ikisi de inşallah makbuldür. Fakat şüphesiz mümkünse ismen yapılan bağışlar daha makbule geçer.
Duâmızda isim isim veya genel olarak bütün mü’minlerin bağışlanmalarını, Cehennem azabından kurtulmalarını, Cennet ile müjdelenmelerini, dünya sıkıntılarının giderilmesini, varsa kabir azabının hafifletilmesini veya kaldırılmasını, âhiret ıztırabı verilmemesini... ve buna benzer onlar lehine ihtiyaç duyduğumuz çeşitli isteklerde bulunabiliriz. Unutmayalım: İstekte bulunduğumuz makam Kâdı’ü’l-Hâcât’tır, ihtiyaçları Verendir, duâları Kabul Edendir, bize Yakın Olandır, kullarına Merhamet Eden ve Şefkat Edendir. Bize, “Duânız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?”6 diyendir. Duâ kapısı ise ömür boyu açıktır.
Dipnotlar: 1- Sözler, s. 465 2- Sözler, s. 468 3- Sözler, s. 469 4- Nur Sûresi: 22 5- Âl-i İmran Sûresi: 134 6- Furkan Sûresi: 77
13.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|