Nokta dergisinde yayınlanan yeni andıçın akredite basında yol açtığı şok, Başbakanlıkta hazırlandığı belirtilen “karşı andıç” ortaya sürülmek suretiyle perdelenmeye çalışılıyor, ama görünen o ki, bu iş pek kolay olmayacak.
Konuyla ilgili olarak şimdiye kadar yapılan yayınlardan net ve sağlıklı bir sonuç çıkarmak henüz mümkün değil. Kargaşa devam ediyor.
Genelkurmay’ın olaya resmî tepkisi, “adlî soruşturma” açıldığını duyurmakla sınırlı kaldı.
Bu açıklama, kurum içinde kalması gereken gizli bir belgeyi basına “sızdıran”ların tesbitine yönelik bir çalışmanın işareti olarak algılandı.
Belgenin varlığına veya içeriğine dair bir itiraz ise söz konusu değildi. Tersine, askerî kaynaklara atfen çıkan beyanlarda, akreditasyon için bu tür değerlendirme, not ve raporların hazırlanmasının “doğal ve rutin” olduğu belirtiliyordu.
CHP liderinin yaklaşımı da aynı yöndeydi.
Baykal, daha birkaç gün önce “Cumhurbaşkanı seçimi konusunda tavır alsın” çağrısı yaptığı TSK’nın, basın organlarını ve yazarları “fişleyen” çalışmasını da hararetle savunuyordu.
Ardından, andıçın “korsan” olma ihtimali ortaya atılarak, işin rengi değiştirilmek istendi.
Hadiseyi, cumhurbaşkanı seçiminin iyice yaklaştığı kritik bir süreçte, askerle “liberal” basını karşı karşıya getirme amaçlı bir tertip olarak yorumlayanlar var. Peki, hemen ardından Başbakanlık andıçının öne sürülmesi, bu iddiaya güç veren bir gelişme olarak görülebilir mi?
Olabilir. Ve eğer öyle ise, siyasî iktidarla askerin nasıl bir mücadele içinde olduğunu gösteren “bize has” yeni bir tuhaflık örneği olarak tarihteki yerini alır.
Ama tarih, bu mücadelenin, tarafları üzerinde bırakacağı yıpratıcı sonuçları da kaydeder.
Özellikle askerin bu tartışmadan kazançlı çıkacağını söyleyebilmek, Türkiye’nin geldiği nokta itibarıyla, hayli zor görünüyor. Ve bizatihî andıçın kendisi, bunun yeni bir belgesi niteliğinde.
Akredite kriterlerine uygun görülen basında dahi, darbeler başta olmak üzere askerin bazı uygulamalarını eleştiren seslerin ciddî ağırlık teşkil eder hale geldiği tesbiti bunu gösteriyor.
Bu durum, askerin, bilhassa darbeler ve son olarak 28 Şubat sürecindeki tavrı sebebiyle üzerine çektiği tenkitlere duyarsız kalarak daha fazla yola devam edemeyeceğini, samimî ve kapsamlı bir özeleştiriyi âcilen yapması gerektiğini bir defa daha açıkça gözler önüne seriyor.
Başından beri devleti ve cumhuriyeti koruma ve kollama işini tekeline alan; bunun için basını da zapturapt altında tutmaya çalışan; kendi çizdiği çerçevenin içine girmeyenleri düşman sayıp dışlayan bir anlayış, “milletin her kesimini temsil” iddiasındaki bir kuruma yakışır mı?
Tek parti döneminde devlet adına basına biçilen en önemli misyon, “irtica ile mücadele ve devrimlerin müdafaası” idi. Bu yüzden, farklı, hele muhalif seslere kesinlikle izin verilmedi.
Ama şimdi demokrasi dönemindeyiz. Yıllarca dayatma yoluyla tek görüşü hakim kılmaya çalışan zihniyet hazmetmekte hâlâ zorlansa da artık çok seslilik var. Andıç bile onu gösteriyor.
Baskılarla ve ambargolarla bu durumu değiştirmek veya tersine çevirmek mümkün değil.
Çünkü tarihin tekerleği geriye dönmez.
Ve sular tersine akmaz...
13.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|