Türkiye’nin denklem özelliğinde problemleri var. Bunları incelerken, lehte veya aleyhte yorum yaparken, ya da çözüme dayalı önerilerde bulunurken, bütün fonksiyonların birlikte ele alınması gerekir. Eğer cevabı aranılan soru ve irdelenen konu, yıllara mal olmuş, hatta kangrenleşmiş alanlarda ise, bilinen cevabın ve tepkinin asla çözüm olamayacağı aşikârdır.
Osmanlı’nın başını yiyen statüko ve yenilenememe açmazını, ne yazık ki bugün de yaşıyoruz. Bilinen çözümler, eğer uygulandığı halde toplum laboratuarında ters tepiyorsa ve kabul görmüyorsa, ısrarcı mı olmak, yoksa yeni yaklaşımları mı dikkate almak gerekir?
Milliyetçiliği ırkçı temelli bir ırk esasına dayandırdığımız müddetçe, pozitif milliyetçi kavramını, herkesi kapsaması gereken ülke sevgisi ve birliğini tesis etmekte zorlanırız. Ayırıcı karakter olarak imtiyazlı sınıf ayrışması, demokratik anayasal eşitlik prensibini ve hukukun üstünlüğünü zedeler.
Keza, muhafazakârlığı dini yaşamak ve yaşamamak temelli siyasî zeminde dini tartışma alanına çekerek bir kapı aralamak ve topluma ait korunması gereken değerleri herkese şamil görmek yerine bir gruba tahsis etmek veya onların önceliğinde tepki alacak şekilde karşı görüşün hazımsızlığına maruz bırakmak, benzer şekliyle dinî ve ahlâkî genel duyarlılığı siyasî çekişmeye götürür.
Yine cumhuriyet üzerinden, egemen bir sınıf ve aristokrat bir kitle oluşturup, oligarşik yapının mizacını demokrasi diye takdim etmek, elitin halk üzerindeki baskısından ve siyasal araçların tahakküm vesilesi olarak kullanılmasından başka bir işe yaramamıştır.
Tarihî övgü ve sövgü yerine gerçeklik zemininde objektif kıstaslarla yarınımızı inşa edici stratejik perspektiflere katkı sağlayabiliriz.
Dini siyasî bir rekabetin arenasında, taraf görme saplantısı veya onunla tutunma çerçevesi yerine, ortak kabul ve saygınlık noktasında bir üst değer sistemi, özellikle Müslüman toplumumuz için ortak bir paydada görmek daha sağlıklı sonuçlar verir. Toplum vicdanında güven tesis eder.
Cumhuriyet ve demokrasi tamlamalarının, bireyi özümseyen niyetinden beslenen bir insani farkındalıkla bakıldığında uzlaşma ve birbirini kabullenme mümkün olmaktadır. Diğer şekliyle, kavramları iğdiş ederek, farklı anlamlar yükleyerek ve ortaklık temelinde buluşmayı sağlayacak kanalları tıkayacak dar ve şekil merkezli otoriter unsurlarla kuvvetlinin dayattığı bir sistemi, kararlar ve kanunlar ile sürdürmek, her zamanki gibi bizi çekilmez kaoslara ve iletişim arızalarına götürür.
Milliyet, din, tarih, vatan, toplum, kültür, yerellik ve evrensellik ile birey parametrelerini birlikte mütalaa ettiğimiz zaman, kafamızdaki şablonları ve tekrarladığımız ezberleri bozma fırsatını elde ederiz.
Galiba bu çetin coğrafyada hepimizin buna ihtiyacı var. Toplum dinamiklerini, artık eskisi gibi statik ve korumacı bir mantıkla ayakta tutamayız. Siyasî çatışmalar, gerginlikler ve toplumu tahammülsüzlüğe sürükleyen bütün ayrıştırıcı refleksler, aynı zamanda şiddet kültürünü aşılamaktadır. İnsanlar, izledikleri televizyondan, okudukları gazeteden ve topluma yansıyan agresif tavırlardan etkilenmekte ve gizli bir aşı almaktadırlar. Sonrasında “patlama noktası” yaşayan bir insan/toplum manzarası ortaya çıkmaktadır.
Başta belirttiğim gibi, denklem niteliğindeki karmaşık yapıları ve problemleri, fonksiyon tanımları ile bütün tarafları içine alan uzlaşma kültürüne kapı açacak müzakerelerle çözebiliriz.
Sorarım şimdi, Allah aşkına güneydoğu, laiklik ve başörtüsü ile AB konusunda geniş katılımlı, bütün cemaat, fikir ve kanaat önderleri ile üniversitelilerin katılabildiği ve kürsü konuşmalarının özgür ve bağımsız sağlanabildiği bir TRT programına şahit misiniz?
Gelin yürek yüreğe, bağnaz sıkışmalardan ve demokrasiden korkan hücrelerimizden etkilenmeden önümüzü beraber açalım ve sonuna kadar sevgi ve saygı içinde her meselemizi konuşalım.
O zaman çözüm denklemin parametreleri çok sağlıklı oluşur.
15.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|