Siyaset bilimci ve yazar Doç. Dr. Haluk Gerger, dört yıl önce vizesi bulunduğu halde havaalanında kötü muamele görerek ülkeye girişine izin vermeyen ABD’yi tazminata mahkûm etmeyi başardı. 2 YTL 23 kuruşluk tazminatı söke söke alan Gerger’in mutluluğu yüzünden okunuyor. Gerger, maddî miktarı birkaç ciklet karşılığı olan tazminatın manevî karşılığının çok yüksek olduğunu belirterek “harcamakla bitmeyeceğini” söylüyor.
Amerika’nın hukuk tanımazlığına karşı yürüttüğü mücadelede elde ettiği “zafer” Gerger’i ne kadar sevindirmişse, geçmişte Türkiye’de başına gelen benzer olay o derece üzmüş. Gerger’le “Amerika’yı dize getirişini” konuştuk.
SİLÂHLI ADAMLARLA SORGULADILAR
*Amerika’ya sık sık gider misiniz?
Amerika’da öğrencilik de yapmıştım. Daha sonraları üniversitede çalışma yaptım. O zaman 10 yıllık vize veriyorlardı. Yazar olduğum için devamlı hapse girip çıkıyordum. Buna rağmen, “mahkûmiyetiniz politik” diyerek vize verdiler. O vizeyle Amerika’ya gittim.
*11 Eylül’den sonraki ilk gidişiniz mi?
Evet ilk.
*Ne değişmiş? Nelerle karşılaştınız?
Uçaktan indikten sonra bir polis “bekleyin” dedi ve birini çağırdı. Ona bilgisayar ekranında bir şeyler gösterdi. Bizi büyük bir salona aldılar. Silâhlı gümrük memurları da vardı. “Eşinizle ilgili bir problem yok o girebilir ama sizin Amerika’ya girişiniz yasak, sizi geri göndereceğiz” dediler. “Niye yasak?” diye sordum. “ABD dışişleri bakanlığı vizenizi iptal etmiş. Niye iptal edildiğini bilmiyoruz” dediler.
Ardından “size birkaç da soru soracağız” deyince “Ne beni yorun, ne siz yorulun herhangi bir soruyu yanıtlamam” dedim. “Geldiğiniz uçakla göndereceğiz” dediler. Resimlerimi çektiler, parmak izlerimi aldılar. Yaklaşık 3 saat orada kaldım. Sonra “Ben gönüllü olarak girişten vazgeçtim” şeklinde bir kâğıt imzalatmak istediler. “Gönlümle ayrılmıyorum, onun için imzalamam” dedim. Bu sefer, “seni hücreye atarız, karın senin nerede olduğunu bilmez” diye tehdit ettiler. “Bir şartla imzalarım. Kendi el yazımla bir metin yazarım onun fotokopisini bana verirsiniz” dedim. Kabul ettiler. Baskı altında imzaladığımı, imzalamazsam hücreye atılacağımı yazdım, imzaladım. İki silâhlı memurla birlikte beni geldiğim uçağa götürdüler. Uçağın içinde pasaportumu ve evrakımı verdiler. Hanım da bu arada tekrar valizleri alıp uçağa geldi. Böylece Türkiye’ye geri döndük.
*Daha önce benzer bir davranışla karşılaşmış mıydınız?
Hayır. Öğrencilik zamanımda, hatta hapisten çıktıktan sonra gittim böyle bir olayla karşılaşmadım.
*Herhangi bir açıklama yapıldı mı?
Yapmadılar. “Nedenini bilmiyoruz” dediler. Türkiye’ye döndükten bir süre sonra elçilikten bir konsolos telefon etti. “Görüşmek istiyoruz” dedi. Gittim. “Sizinle ilgili çok tepki aldık. Fakat sizden hiçbir şey gelmedi. Geri dönüşünüzün nedenini biz de bilmiyoruz” dediler. “Bilmiyorsanız beni niye çağırdınız” dedim. Ağzımı mı aradılar ne? Sonra “zam geliyor vizelere, isterseniz müracaat edin belki o zaman nedenini de öğrenirsiniz” dediler. Etmedim tabi. “Size 40 dolar kaptırdım zaten. Bir daha niye kaptırayım” dedim.
Sonra bir Türk gazetesinin Amerika muhabiri, Amerikan Adalet Bakanlığı sözcüsü ile bir röportaj yaptı. Gazeteci 11 Eylül sonrası ile ilgili bir çok sorunun yanında “Haluk Gerger’i niye almadınız” diye de sormuş. “Bu kamuya açık bir bilgi değildir” diye cevap vermiş. Kamuya açık olmayabilir ama bana da açıklanmadı. Günün birinde bir şey uydururlar ama henüz ortada bir şey yok.
ABD BİREYLERDEN BİLE KORKAR HALE GELDİ
*Amerika bir bahane uydurmakta zorlanmaz herhalde
Uydururdu ama biraz inandırıcı olması lâzım. “Esrar kaçakçısıydı” ya da “silâhlıydı da sokmadık” diyemez. Olsaydı mahkemeye verir tutuklardı. Demek ki kılıfına uyduracak bir yalan bulamadılar. Akıllarına gelirse açıklarlar.
* Sizin gibi benzer muamelelerle maruz kalanlar da var mıydı?
Çok var. Soğuk savaş dönemlerinde komünist ve marksistleri almazlardı. Şimdi daha çok Ortadoğulular, Müslümanlar sokulmuyor ülkeye. Genel bir uygulama ama kriterleri nedir bilmiyoruz.
*Bu politika Bush sonrası da devam eder mi?
Devam etme ihtimali yüksek. Çünkü Amerika çıldırmış durumda. Bunu sadece Bush ve ekibine bağlamak doğru değil. Amerikanın tek tek bireylerin seyahat özgürlüğünü dahi ihlâl eder konuma gelmesini elbette iç ve dış temel dinamikleri var. Amerika yasa tanımaz bir devlete dönüştü. Sadece dünyayı işgal ediyor silâh kullanıyor değil. Uluslar arası hukuku, altında imzası olan sözleşmeleri dinlemiyor. Giderek bireylerden bile korkar hale geldi. Biliyor ki, saldırganlıkları kendisine karşı bütün dünyada tepki uyandırıyor. O tepkilerden de korkuyor. Dolayısıyla benim gibi arkasında herhangi bir gücü olmayan bireylerden dahi korkuyor.
*Birey olarak hakkınızı aradınız. Dünyada milyonlarca belki milyarlarca Amerikan mağduru insan var. Onlar hakkını nasıl arayacak?
Çok zor. Kennedy döneminin eski adalet bakanlarından Ramsey Clark ilerici demokrat, Amerikan emperyalizmine -içinden geldiği için- karşı çıkan biridir. Ona mektup yazdım. O da çok geniş bir cevap yazdı ve “ben eski adalet bakanıyım, bakanlık bana bile yanıt vermiyor” dedi. İnsanlar çaresiz. Amerika’da avukatlar korkuyor. Çünkü terörist diye suçlananların dâvâsını alıp da hapse atılan avukatlar var. Kendi vatandaşlarına dahi terör yasaları çıkardı. İnsanların doktorlarından bilgi alıyor. Okuduğu kitapları bile devlet sorunca kütüphaneye bildirmek zorunda. Telefonlar dinleniyor. Amerika kendi içinde ve dışında iyice hukuksuzluğa düşmüş durumda.
*Özgürlükler ülkesi tam tersi bir duruma mı geçmiş artık?
O duruma geldi. Aslında o ‘özgürlükler ülkesi’ lâfı da ideolojik bir saldırının yoluydu.
TÜRK DIŞİŞLERİNİN SIĞ MÜTALÂASI
*Türkiye’ye döndükten sonra Amerika’yı mahkemeye verdiniz. Nasıl bir dâvâ seyri yaşandı?
Bu dâvâ önemli çünkü emsal özelliği var. Yasa tanımaz, uluslar arası hukuku tanımaz bir devlet, Ankara 22. Asliyenin kararını tanıdı. Ona uydu. Avukat gönderdi. Karardan sonra Yargıtaya müracaat ederek temyize gitti. Tazminatı bir yıl kadar ödemedi. İhtar çektik. “Suç işliyorsunuz. Ağır cezaya gideriz” dedik.
* Amerika mahkemeyi tanımayabilir miydi?
Tanımazsa ne yapacaksın?
*Mahkeme istediği kadar karar versin…
E tabi. Genellikle de öyle davranıyor. “İhtardan bir hafta sonra tazminatı yatır” dedik. Hakikaten 2-3 gün sonra yasal faizi ile birlikte 2 lira 23 kuruşu aldık.
* “Amerika avukat gönderdi” dediniz. Mahkemedeki savunmada ülkeye sokulmamanız ile ilgili bir bilgi elde edebildiniz mi?
Oradaki savunma çok ilginçti. Asıl hukuk zaferi o oldu. Çünkü koskoca ABD adına savunma yapan kişi mahkemeye doğru olmayan bir beyanda bulundu. “Haluk Gerger maruf bir insandır. Böyle yapmazdık. Kendisi acele etti çekti gitti” diye bir savunma yaptı. İnandırıcı bir savunma değil ama en azından onu söylettik Amerika’ya. Bu da 1 dolar kadar kıymetli. Bir de Amerikan tarafı dâvâda Türk Dışişleri Bakanlığından mütalâa istedi. Bu da çok önemli. Türk Dışişleri Bakanlığı da Amerikan tezini savunan bir mütalâa verdi. Sığ bir mütalâaydı. Dünya gerçekleri, hayat bu kadar sığlığa sığmaz.
*Mütalâanın içeriğinde neler vardı?
Özetle, “egemen devlet istediğini ülkesine sokar, istemediğini sokmaz” görüşü vardı. Bu sığ bir egemenlik anlayışı. “Ben istediğimi yaparım, istemediğimi yapmam” geleneğinden geliyor. Oysa egemenliğin de sınırlandırıldığı şeyler var. Bir insanı aşağılayamazsınız. Onun temel haklarına karşı çıkamazsın. Tabi Türk Dışişleri Bakanlığı bunları dikkate almadı.
*Bu anlayışa pek yabancı değiliz galiba…
(Gülerek) biz biliriz bu işleri. Aslında mahkeme kararı, Türk Dışişleri tezinin de mahkûm edilmesi anlamına geliyor.
*Niye Amerika bu karara uydu? Tanımazsa ne olurdu?
Aklıma çeşitli nedenler geliyor. Biri anladılar ki bu kişi hakkını savunacak. Şeref, haysiyet ve haklarımı savunurum. İnsan bu mücadelesinde yenilebilir ama kendine saygısı bakımından görevini yapmalı. O zaman demeç verdim, “Amerika’nın peşini bırakmam” dedim.
*Ne yapabilirdiniz?
Esas olarak icraya başvurup, “Gelin benim 2 liramı Amerika’nın bahçesinden vs bir şeyler alın” diyecektim. İkincisi, suç duyurusunda bulunacaktım. Üç cezaya başvuracaktım. Ama en önemlisi Türk Devletine başvuracaktım. Diyecektim ki, “bu ülke sömürge değilse, -üstelik müttefikim, dostum diyorsun- kendi yargını ABD’ye kabul ettir.” Bu mesele benden ziyade Amerika ile Türkiye hükümeti arasında bir meseleye dönüşecekti.
*Türkiye gereğini yapmasaydı?
Bu sefer Türkiye hakkında AİHM’de dâvâ açacaktım. Amerika’ya açamam çünkü AİHS’nin tarafı değil. Ama Türkiye taraf. Amerikalılar dost ve müttefik gördükleri, kendilerine bağlı olduğunu bildikleri Türk hükümetini güç duruma bırakmak istemezdi. Çünkü ABD, Türkiye’de kendisine yaygın bir tepki olduğunu biliyor. Anketler bunu gösteriyor. Bir de Türkiye’nin yargısını dinlemeyen bir pozisyona düşüp o tepkileri arttırmaktan da çekinmiş olabilir. Ama dediğim gibi bunlar benim düşüncem onların asıl düşüncesi neydi neden böyle davrandılar onu bilmem.
YARGININ KARARI BÜYÜK BİR SÜRPRİZDİ
* Yargıdan olumlu bir kararın çıkması da sürpriz oldu mu?
Büyük bir sürpriz. Bu tek hakimli bir dâvâ idi. Hakime hanımın vicdanı kanaati doğru yönde çalıştı. En azından o hakime hanım Türk Dışişleri Bakanlığı gibi sığ ve bağımlı bir karar almadı.
* Karar sonrası nasıl bir duygu içine girdiniz?
Bir kere bunu emsal olabilecek şekilde hukuk tarihine geçirdik. Asıl önemli olan bu. İkincisi en güçsüz insanların bile hakkını aramasına örnek oluşturduk. Hakkını arama azmi, iradesi insanın kendisiyle ilgilidr. Mutlaka sonu iyi olacak, mutlaka kazanılacak diye bir şart da yoktur. Sonuçta ben dolandırıldım. Binlerce dolar yol parası, 45 dolar vize parası verdim. Bunlar burjuva hukukunda suç.
*Nasıl?
Çünkü ben para ödedim o da bana hizmet vermeyi taahhüt etti. Hizmet vermekten vazgeçtiği zaman 40 dolarımı ve yol paramı ödemek zorunda. Onları alamadım en azından manevî bir zafer kazandım. Bu paradan daha önemli. Öyle olsa parayı yüksek tutardık. Ben aslında 1 cent istedim. Benim verdiğim değer odur. İşin manevi tarafına bakarım. Mahkeme kaleminde 1 centi hesaplamak zor olur diye daha başta 1 dolar yapalım dediler. Onun için manevî olarak harca harca bitmez bir paradır. (Gülüyor)
*Gerçekten öyle. Mutluluğunuz da yüzünüzden okunuyor zaten.
Tabi.
*Amerika’nın sembolik de olsa dize gelmesine biz de en az sizin kadar sevindik.
Biliyorum. Böyle tepkiler çok aldım. İnsanlar bırakın benim gibi tek tek bireylerin toplumlar, BM gibi devletlerin bir araya geldiği örgütler bile saldırganlık karşısında çaresiz kalmışken bir bireyin en azından mücadele azmi göstermesini çok takdirle karşıladılar. Bir çok insan bizim oranın (Urfa’nın) tabiriyle yürek soğuttu.
*22. Asliyenin kararında da büyük bir cesaret var. Ben en çok ona şaşırdım?
Ben de şaşırdım. O hakime hanımın sicilini ve bundan sonraki kariyerine dikkat etmek lâzım. Belki ona da ödetirler bunu. Umarım böyle olmaz. Bu arada şunu da söyleyeyim bu olay ilk sınır dışı edilişim değildi.
TÜRKİYE İÇİNDE DE SINIRDIŞI EDİLDİM
*Daha önce de mi başınıza geldi?
Evet. Geldiğim uçakla geri gönderildiğim ilk yer Diyarbakır’dır. “Musa Anter Barış Treni” kalkıyordu o dönem. Uçakla Diyarbakır’a gittim yanımda Ahmet Türk de vardı. Geldiğimiz uçakla geri gönderdiler, Diyarbakır’a almadılar. Ondan dolayı yaralanmıştım. Ben Türküm. Beni Türk devleti oraya almadı. Ağır bir şeydi.
*Gerekli girişimlerde bulunmadınız mı?
Bulunduk. İçişleri Bakanlığı’na telgraf çektik. Türkiye’de devletten hesap sormanın olanakları yok. Hele o dönemde. Sıkıyönetimin, olağanüstü halin olduğu dolayısıyla bunların yasalara bağlandığı bir dönemdi. En ufak hak aramanın en ağır bir biçimde cezalandırıldığı bir dönemdi. Onun için onu tarihe havale ettik. Tarih hesabını elbette sorar.
[email protected]
|