Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 17 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Habib FİDAN

Vatan için biraz da yaşayalım



Çanakkale Türkiye’nin bir ucu olmasına rağmen, bağrında sakladığı nice can münasebetiyle, neredeyse bütün yurdun dili ve gönlünde iz bırakmıştır. Vatan, din, namus, Kur’ân, iman, mabet, ezan gibi belli başlı şeairler uğruna feda olmuş nice Mehmetçik, aslında beraberinde yurdun bir parçasını da Çanakkale toprağına katmıştır. Hâl böyle olunca, ben Çanakkale’ye mukaddes bir belde olarak bakma gereğini duymaktayım.

Bu açıdan, gönlüne Çanakkale ateşi düşen her vatan evlâdı, Necmettin Halil Onan’ın kaleminden bir ağıt tadında çıkan şu şiir eşliğinde hislenmelidir: “Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın/ Bu toprak, bir devrin battığı yerdir/Eğil de kulak ver bu sessiz yığın/ Bir vatan kalbinin attığı yerdir/ Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda/ Gördüğün bu tümsek, Anadolu’nda/ İstiklâl uğruna, namus yolunda/ Can veren Mehmet’in yattığı yerdir/”…

Sahi, şâirin dediği gibi, “Bu tümsek, koparken büyük zelzele/Son vatan parçası geçerken ele/Mehmet’in düşmanı boğduğu sele/Mübarek kanını kattığı yerdir” türünden olaylar yaşanmamış mıdır? Elbette yaşanmıştır. İşte bunun için Çanakkale kutsaldır. Zira şehit olanlar, “Yetiş ya Muhammed, kitabın gidiyor” gibisinden nidalarla karşı koymuş, ebedî âleme göçünce de, “Şükür ki son nefesimizde de Resulûllah’ın sancağı altında can veriyoruz” demişlerdir.

Gerçek öyle olmasına öyle, ama ben artık Çanakkale’yi böyle destansı bir havada düşünmek yahut destanmış gibi uluorta böbürlenme duygularıyla kendimi kandırmak da istemiyorum. Hatta ve hatta Necmettin Halil Onan’ın bu çok sevdiğim şiirinin son bölümüne katılmak biraz ağır gelmeye başladı bana. Çünkü zaman geçtikçe Çanakkale’ye ibret nazarıyla bakma gereğini daha çok hissetmeye başladım. Düşünün bir kere… Sadece resmî rakamlara göre 250 bin şehit vermişiz. Bu da yetmemiş, o yıl üniversitelerimiz neredeyse mezun verememiş. Sonuç: Mondros Mütarekesiyle 250 bin şehidin verildiği Çanakkale boğazından düşman gemileri paşa paşa geçiyorlar. Yani cephede kazandığımızı masada kaybetmişiz. Böyle olunca, şâirin “Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin/Yaptığı bu tümsek amansız çetin/

Bir harbin sonunda bütün milletin/Hürriyet zevkini tattığı yerdir” diye dillendirdiği son mısranın gerçekliği sadece acı bir hüsran olmaktan öteye geçememiştir.

İşin mazi yönü öyle de şimdilerde nasıl acaba? Ben artık inanıyorum ki, Çanakkale Şehitlerini Anma Günü ile bir futbol takımımızın Avrupa başarısı sonunda gösterdiğimiz sevinç ve gurur gösterisi neredeyse aynı şekilde kutlanmaya başlandı. Tâbiri caizse, “Bak, nasıl da aslanlar gibi şehit oluyor askerlerimiz. İşte 250 bin de olsa önemli olan vatan uğrunda ölmektir” gibi sadece ölüme odaklı düşünce sistemi bir kıskaç gibi çemberine alıyor ibretlik Çanakkale’yi.

Evet, ibretlik diyorum; zira Çanakkale her zaman için bize bir ibret tablosu olarak gözükmeli. Nitekim Mehmet Âkif’e sormuşlar: İstiklâl Marşı’nı bir daha yazabilir misiniz? Cevap vermiş Âkif: Allah bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın. Bu söz bir bakıma vurdumduymazlığımız, sorumsuzluğumuz, basiretsizliğimiz, tembelliğimiz, bencilliğimiz ve benzeri ahlâkî erozyonlarımız sebebiyle karşı karşıya kaldığımız nadide felaketlerimizden birisi olan Çanakkale’ye nasıl bakmamız gerektiği konusunda da belli bir fikir verecek niteliktedir. Çünkü nice analar evlâtsız ve en önemlisi devletimiz, milletimiz kendisini yükseltecek genç beyinlerden mahrum kalmıştır. Bir memleket için yetişmiş insan potansiyelinin ne kadar önemli olduğunu anlatmama herhâlde gerek yoktur.

Elbette Çanakkale savunmasında olduğu gibi, savaş esnasında herkes üzerine düşeni yapmakla yükümlüdür, ki o dönemde vatan evlâtlarının yaptığı şey, onurlu bir mücadeledir ve hepimizin göğsünü kabartacak düzeydedir. Yalnız unutmayalım ki, Çanakkale bizim için bir faciadır diğer anlamda. Bu yüzden körü körüne övünmek, vurup kırmaya yönelik nutuklar atmak yerine Çanakkale ve benzeri yerlerde geçmişte şehit düşenlere lâyık birer nesil olma yolunda ilerlemeyi esas tutmalıyız. Vatan için ölmek kadar, vatan için yaşamak ve yaşatmak fikrini de benimsemekten çekinmemeliyiz.

17.03.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (10.03.2007) - NE olduğumuzu bilelim

  (25.02.2007) - Neden kişisel gelişemedik?

  (18.02.2007) - Edebiyat, günlük dile başkaldırıdır

  (11.02.2007) - Ses veriyoruz

  (04.02.2007) - Sokak dili ahlâklanmalı

  (28.01.2007) - Bir Türkçe serdârı: Nihad Sami

  (21.01.2007) - Arzın neresindeyiz?

  (14.01.2007) - Peyami Safa haklıdır...

  (07.01.2007) - “Göçtü Galip dede candan ya hû!”

  (31.12.2006) - Kurbanla yılbaşı arası düşünceler

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004