31 Mayıs 2006 akşamı saat 21:00 sularında merkezî stüdyoları Beyrut’ta olan el Alem Kanalı’nda güncel bir tartışma vardı. İsrail Dışişleri Bakanı Tzibi Livni ve Lavros’un Türkiye ziyaretleri ve ne mânâya geldiği ele alınıyordu. Stüdyo konukları arasında Lübnanlı Muhammed Nureddin, Filistin’den bir başka konuk ve Türkiye’den bendeniz ve Faik Bulut vardı.
Livni ziyareti çerçevesinde Türkiye’nin bölge politikası yeniden masaya yatırıldı. Türkiye bölgede yeni bir rol arayışında mıydı, yoksa geleneksel politikalarını mı sürdürüyordu? Hükümete rağmen Muhammed Nureddin’in kafasında Türkiye şablonu gayet netti. 1 Mart tezkeresinden itibaren Türkiye-Amerikan politikalarında eksen kayması olsa bile Türkiye’nin bölgede özel bir rol almasına başta İsrail ve ABD karşı çıkar ve izin vermezdi. Özellikle Filistin-İsrail ekseninde. Ancak onlar namına ve onlara vekaleten olursa ikincil bir rol almasına izin verebilirler. Bu da karşı taraf açısından redde konu olur. Türkiye’yi kendi yanlarında tutma arzularına paralel biçimde onun bağımsız bir rol oynamasına izin vermek istemezler.
Bu hususta Muhammed Nureddin gayet yerinde düşünceler serdetti ve şunları söyledi: “Tzibi Livni’nin Türkiye ziyaretiyle Ehud Olmert’in Washington ziyaretinin zamanlaması çok dikkat çekici. Başbakan olarak Olmert ilk ziyaretini Washington’a yaptı. Livni ise ilk ziyaretini Türkiye’ye gerçekleştirdi. Bu da üç ülke arasında bir üçgen ve çapraz ilişki olduğunu ortaya koyar....” Nureddin’in istidrak kabilinden bir tahlil cümlesi fevkalâde isabetliydi ve şöyle dedi: “Türkiye’nin bölgede İsrail ve ABD açısından özel rolü yok, özel konumu vardır.” Bu cümle akşama damgasını vurdu. Ben de benzeri şeyler söyledim. İsrail’in Türkiye’nin arabuluculuğunu istemeyeceğini, isteyebileceği tek arabuluculuğun ABD olduğunu, ama işine gelmediğinde onu bile reddettiğini hatırlattım.
***
Aslında bu üçgen meselesi eski bir mesele. İsrail’in kuruluşu sırasında Ben Gurion’un bir fikri vardı. Arap çevreyi, ‘Düşman kuşağı’ ile kuşatmak. Bunun için de üçgen formülü bulunmuştu. Daha İsrail kurulmadan 1947 yılında bu formül ortaya atılmıştı. İsrail’e hasım olan Arap ülkelerini bölgesel bir halka ile muhkem bir şekilde kuşatmak. İsrail zihninde bu üçlüyü şöyle şekillendirmişti: Türkiye, İran ve Etiyopya.
1979’daki devrimle birlikte İran bu üçgenden çekilmiş oldu. Etiyopya’nın gücü ise azaldı ve onun yerini bir şekilde daha küçük çapta da olsa Eritre almaya başladı. Bu ülke ile Kızıldeniz üzerinden Arapları kuşatıyor. 1 Mart tezkeresinin reddinden sonra da Etiyopya gibi Türkiye de ruhen üçgenden yavaş yavaş sıyrılmaya ve kopmaya başladı. Grossman’ın dediği gibi bunu belirleyen objektif şartlar oldu. Eritre’ye paralel olarak Türkiye’nin yerini de Kürt oluşumlar almaya başladı. 1 Mart tezkeresinden itibaren üçgenin ayakları yeniden şekilleniyor. Türkiye’nin yerini yavaş yavaş defacto Kürt oluşumu aldı veya alıyor. Asıl soru şu: Bu yeni ayak Türkiye’nin boşluğunu doldurabilecek mi? O kadar uzun boylu değil. Elbette dolduramaz.
***
İsrail’i bugüne kadar yaşatan hem bölgesel üçgen, hem de uluslararası üçgendi. Uluslararası üçgen de Türkiye ile birlikte ABD de vardı. Ama objektif şartlar nedeniyle Türkiye ile İsrail yavaş yavaş boşanıyor. Livni: “Ortak değerlerimiz Atatürk değerleridir’ dese de Türkiye ile İsrail arasındaki hissî mesafe açılıyor. Belki ileride ikinci Golde Meir olabilirse Livni, Barzani ve Talabani’ye şöyle seslendiğini duyabilirsiniz: “Ortak değerlerimiz baba Molla Barzani değerleridir...”
Üçgenin ayakları bir kez bozulmuştur. Eritre ve Kürdistan protez ayaklar olarak İsrail’in işini görmeyecektir. İsrail bu üçgenin (Türkiye, İsrail ve ABD) kaybolmasıyla kaybolacak ve tarih sahnesinden silinecektir.
Tarih tersinden okunamaz.
05.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|