30 Ekim 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Yasemin YAŞAR

Statükonun kibirli mensupları ve ezikler


A+ | A-

Bir arkadaşım başından geçen bir hadiseyi anlattı. Mütedeyyin ve tesettürlü olan bu kardeşimin ilkokul ikinci sınıfa giden bir yeğeni bulunmaktadır. Bir gün, veli toplantısına annesinin müsait olmaması sonucu kimin katılacağı konuşulur. Benim arkadaşım da, bir vesile ile onlarda kalmaktadır. Arkadaşım, yeğenine isterse onun veli toplantısına katılabileceğini ifade eder. İstanbul’un zengin semtinde özel bir okula giden bu ilkokul öğrencisi, ‘hayır’ diyerek, arkadaşımın veli toplantısına gelmesini istemediğini söyler. Bunun üzerine çocuğa ‘Neden?’ diye sorulduğunda, çocuğun verdiği cevap vicdanı sızlatacak niteliktedir. Bir ilkokul öğrencisinin zihin dünyasının sefih medeniyet felsefesiyle bu kadar bozulmuş olması ciddî anlamda sarsıcıdır. Kendi ailesi de dine saygılı olmasına rağmen çocuk, “Sen eziksin, bu yüzden arkadaşlarımın ve ailelerinin benim velim olarak başörtülü birisini görmelerini istemem” cevabını verir.

Anlaşılan statükonun kibirli mensupları her alanda en saf zihinleri bile etkisi altına almış. Çocuk ruhlarına anne ve babalardan önce en kestirme biçimde filmleriyle ulaşıp, ezik kelimesi ve beraberindeki tiplemeleri zihin dünyalarına kazımışlardı.

Sosyal darvinizm, …izm, …izm, vs. ‘izm’ler çocukların ve gençlerin üzerine adeta çıkarma yapmıştı.

Gücün her şeyi meşrûlaştırabildiğini, haram parayı ve ahlâk dışı her türlü rezaleti sevimli gösterebildiğini, politik gücün kan ve gözyaşı ile her tarafı kuşattığını gören yeni kuşak, güce, güçlüye, kuvvetliye, paralıya, makam sahiplerine adeta aşık ettirilmişti. Bu yüzden mahallenin, şehrin, ülkenin ezikleri onların rol modelleri ve favorileri olamamaktaydı.

Maalesef geçmişte erdem diye bilinen ne varsa, artık ezikliğin alâmeti sayılır olmuş.

Güçlünün haklı olduğu, “şöhret, makam, güzellik, para sahibiysen insansın” zihniyeti aslında vahşi bir düzenden haber vermektedir. Zira bu sefih felsefe ile geçmişin değerlerinin bu gün işe yaramadığına inandırılmaya çalışılmış ve tek değer kaynağı ne olursa olsun maddî güç olduğuna ikna edilmiştir.

BU ÜLKENİN GERÇEK POTANSİYELİ

VE HÂKİMİ EZİKLER OLACAKTIR

Ezikler, tüketim kalıplarına itibar etmeyen, marka hastalığına yakalanmayan, anne ve babaya hürmeti terk etmeyen, yüzleri kızarmadan karşı cinsle konuşmayan, inancını ve inancının bayrağını gururla taşımaya çalışan şahsiyet sergileyen, başkalarının onayına ihtiyaç duymayacak kadar imandan kaynaklanan özgüven sahibi ve hürriyet düşkünü olan ruh sahipleridir.

Hem o ezikler, hakikî imanı elde ettikleri zaman kâinat bomba olup patlasa ehemmiyet vermezler.

Hem o ezikler, feraset ve basiretleriyle, pervaneler gibi fitne ateşlerine düşmezler.

O ezikler, imanın verdiği izzet ve vakarla minnet çekmezler. Onların minneti hamd ve şükürle sadece yaratıcılarınadır.

O ezikler, dünya işlerinden kazandıklarına sevinmeyecek, kaybettiklerine üzülmeyecek kadar akıllıdırlar.

Hem o ezikler, hayatın sadece maddî yönüyle, dünyanın fani yüzüyle oyalanmayacak ve insanların gelip geçen iltifatlarına değer vermeyecek kadar basiret sahibidirler.

O ezikler, hayatın gayesini rıza-i İlâhî doğrultusunda belirleyen aziz kuldurlar.

O ezikler, nefislerinin hevâ ve heveslerine gem vurabilen, vicdanlarını eğitip, yüksek duygularla mücehhez olan mücahittirler.

O ezikler, hakikî insan mertebesine İslâmiyetle ulaşan, iman intisabıyla kâinat içinde yücelen halife-i arz makamına gelen eşref-i mahlûklardır.

Hem o ezikler, maddî güç karşısında büyülenmeyen, dizlerinin bağı çözülüp, mukaddesatından taviz vermeyen kahramanlardır.

Onlar, hakikî anlamda büyüktürler. Çünkü başkalarının sırtlarına basarak yükselmezler.

Onlar, düşeni kaldıran, zalimliğe dur diyebilen, yaşadığı acılar ile başkalarının acılarını paylaşabilen engin ruhlardır.

O ezikler, onur ve izzet ile yaşamayı, en değerli bir mücevher addederek, üzerlerinde bir ömür boyu taşıyan âlî ahlâk sahipleridir.

Statükonun kibirli mensuplarına gelince, modern görünümlerinin altında vahşî ruhlar...

İnsan yüzlerinin arkasında canavarlar, tilkiler, maymunlar...

Küçücük bir menfaat için iki büklüm olan, el, ayak öpen zeliller...

Nefsin hevâ ve heveslerini mabud ittihaz edip, hayatı haz üzerine tesis eden narsistler...

Sîretleri pis ve menhus bir ruh taşıyan bedbahtlar...

Menfaatleri için zulümler yapmaktan çekinmeyecek kadar insanlıktan sükût eden zalimler...

Zalimiyet görünümü altında tavşan gibi ürkek ve korkak ruhlar...

Hukukun evrensel ilkelerini, ideolojileriyle eğip bükenler, adalete ve hukuka olan güveni sarsanlar...

İnsanların giyimlerine, dünyayı algılayış biçimlerine dil uzatıp, kendisi gibi düşünmeyenleri düşman olarak gören anlayışlarla, sosyal hayatı dinamitleyenler...

Statükocuların, kamusal alanlarında elbette ezik tiplere ihtiyaç yoktur. Çünkü onlar sanal kamusal alanlarıyla, kendileri gibi düşünen kepazeleriyle hislerini iptal edip, ölüme, ahirete, kulluğa, izzet ve şerefe ve hatta namusa savaş açmış durumdadırlar. Onlara bu değerleri hatırlatacak, her türlü şiâra, kişiliğe, söze, davranışa, ahlâka karşı dururlar. Çünkü onların bukalemun gibi sürekli değiştirdikleri sahte maskelerini düşürecek âlî ruhlar onları rahatsız eder.

Üstelik kâmilîn ruhların aldığı zevki bunlar hissedemez ve bu zevkleri esaret ve gericilik sayarlar. Zira bayağılaşmış zevkleri, ulvî hüzünleri, sevgileri, lezzetleri hissedemez.

Hâsılı, ortada bir ezik (!) tipler, bir statükonun kibirli mensupları, bir de daha safını belirleyememiş, ancak güce sırtını dayarsa varolacağını düşünen, dünya algısını kuvvetli isen haklısın zihniyeti ile oluşturan zavallı konumundaki hakikî ezikler var.

30.10.2010

E-Posta: [email protected]



Kazım GÜLEÇYÜZ

Laik cumhuriyet


A+ | A-

Uyguladıkları istibdad-ı mutlakı cumhuriyet adı altında dayatanlar, cumhuriyet kelimesinin başına koydukları “laik” kelimesiyle de asıl niyetlerini açığa vuruyorlar.

Cumhuriyeti nasıl cumhurdan koparıp bir istibdat rejimine dönüştürüyorlarsa, laikliği de aynı şekilde asıl anlamından uzaklaştırarak, dini vicdanlara hapsetmeye çalışıyor, kurdukları baskı rejimini din karşıtı bir yere oturtuyorlar.

Israrla savunup sürdürmeye çalıştıkları şey, cumhursuz ve dine yabancı bir “cumhuriyet.”

Oysa laik cumhuriyetin dinsiz bir rejim olmadığı gerçeğini, laikliğin henüz anayasaya girmediği 1935 senesinde çıkarıldığı Eskişehir Mahkemesinde, üstelik tam da “laik cumhuriyet” kelimelerini kullanarak vurgulayan bir isim vardı:

Bediüzzaman Said Nursî...

Mahkemede yaptığı müdafaada diyordu ki:

“Hükümetin laik cumhuriyeti, dini dünyadan ayırmak demek olduğunu biliyoruz. Yoksa, hiçbir hatıra gelmeyen dini reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak demek olduğunu, gayet ahmak bir dinsiz kabul eder...” (Tarihçe, s. 360)

Şu ifadeler de aynı müdafaada yer alıyor:

“Nasıl ki, hükümet-i cumhuriye ‘dini dünyadan tefrik edip (ayırıp) bîtarafane (tarafsız kalarak) muhakeme’ prensibini kabul etmiş; dinsizlere dinsizlikleri için ilişmediği gibi, dindarlara da dindarlıkları için ilişmemesi, o prensibin icabatındandır (gereklerindendir).” (a.g.e. s. 376)

Yine müdafaalardan bir başka bölüm:

“Eğer laik cumhuriyet soruyorsanız, ben biliyorum ki, laik mânâsı bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükümet telâkkî ederim.” (s. 626)

Bu cümlelerle ifade edilen ölçüleri, mahkeme salonlarından devleti yönetenlere verilmiş “laik cumhuriyet dersleri” olarak nitelemek yanlış olmaz: Laik cumhuriyetin nasıl olması, anlaşılması ve uygulanması gerektiğine dair dersler...

Evet, laik cumhuriyet din işlerini dünya işlerinden ayırır, ama dini reddetmez; dinsiz ve daha ötesinde din karşıtı olamaz. Tam tersine, yine Bediüzzaman’ın “Ben hükümet-i cumhuriyeyi, ilcaat-ı zamana göre bir kısım kanun-u medenîyi kabul etmiş ve vatan ve millete zarar veren dinsizlik cereyanlarına meydan vermeyen bir hükümet-i İslâmiye biliyorum” (s. 293) sözünde yaptığı tarife uygun şekilde hareket eder.

Laik cumhuriyet dine müdahale de edemez. Bu bağlamda, dini birtakım resmî kalıplar içine alıp “devletleştiremez.” Çünkü Said Nursî’nin ifadeleriyle, “Hakaik-ı imaniye (iman hakikatleri) ve esasat-ı Kur’âniye (Kur’ân’ın esasları), resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde dünya muamelâtı suretine sokulmaz...” (Mektubat, s. 116)

Laik cumhuriyetin bir özelliği, vicdan hürriyetinin gereği olarak, dinsize de, dindara da, sefahetçiye de, takvacıya da karışmamayıp ilişmemesidir. Herkes inanç ve hayat tercihini yapıp ona göre hayatını düzenlerken özgür olmalıdır.

Yani, son dönemde çok tartışılan “hayat tarzlarına müdahale”nin, laik cumhuriyette yeri yoktur. Kimse kimsenin hayat tarzına karışamaz. Hele devlet hiç karışamaz. Tam tersine, farklı toplum kesimleri arasında bu çeşit müdahaleler olursa, bunları engellemek laik cumhuriyet ilkesini benimsemiş olan devletin görevidir.

Aynı şekilde, laik cumhuriyet dinsize de, dindara da karışmaz, ama Bediüzzaman’ın yukarıda aktardığımız sözünde ifade ettiği gibi, birtakım dinsizlik cereyanları vatan ve millete zarar verecek boyutlara ulaşırsa, devlet buna karşı da tedbir almak durumundadır. Nitekim dinsizlikten beslenen anarşi ve terör bunun örneğidir.

Bu durum, dinle hiçbir alâkası olmadığı halde “din adına” yapıldığı söylenen terör için de geçerlidir. Devletin görevi onları da önlemektir.

Çok ince nüansları olan bu ölçülerin iyice anlaşılıp hazmedilmesi ve uygulanması gerekiyor ki, laik cumhuriyet mânâsı bihakkın yaşansın.

30.10.2010

E-Posta: [email protected]



Mehmet KARA

Nerede alkış yapılır?


A+ | A-

AKP’nin bu haftaki grup toplantısı adeta miting havasında yapıldı. Salonda dinleyicilerin olduğu mekânlar dolup taşarken, basına ayrılan bölümlerde ziyaretçilerden adım atılamıyordu. Birçok basın mensubu salona dahi giremedi. Girebilenler de rahat çalışamadılar.

Böyle olunca da Erdoğan’ın sözleri sık sık alkış ve sloganlarla kesildi. Dinleyenler öylesine kendilerini kaptırmışlardı ki bir sözü alkışlanınca Erdoğan’dan tepki geldi.

Grup toplantısında CHP’yi sert sözlerle eleştiren Erdoğan, “… belgelerden 1940’lı yıllarında Ankara’nın Ulus semtine kasketsiz milletin girmesi yasaklandı” diye konuşunca salondan alkış yükseldi. Bu sözlerin alkışlanması üzerine Erdoğan müdahale etti ve "Bunu alkışlamayın, buna üzülün” dedi. Alkış kesildi, ama akıllarda hangi sözün alkışlanıp hangi sözde üzülüneceği konusu kaldı.

«««

ARTI BİR, EKSİ BİR, EŞİTTİR…

AKP Grup toplantısının kalabalık olmasının bir sebebinin de bir milletvekili ile 17 belediye başkanının partiye katılmasından kaynaklandığı sonradan anlaşıldı.

Erdoğan grup toplantısının sonunda partisine katılanlara tek tek rozetlerini takarken ilginç bir olay da yaşandı. Bağımsız Şanlıurfa Milletvekili Seyit Eyüpoğlu AKP’ye katılırken, dışarıda yine Şanlıurfa Milletvekili Sabahattin Cevheri partisinden istifa ettiğini açıkladı.

Eyüpoğlu’nun katılmasından sonra AKP’nin sandalye sayısı 337 olduğu ajanslardan geçti. Bundan yaklaşık yarım saat sonra da Cevheri’nin istifa ile bu sayı tekrar 336’ya indi.

Netice de, yarım saat içinde AKP’nin Meclis’teki sandalye sayısı bir arttı, bir eksildi. Sonuçta sandalye sayısı aynı kaldı. Tabiî birisi törenle katıldı, diğeri dilekçe ile istifa etti. Böylece AKP iki sürprizi bir arada yaşamış oldu.

«««

CHP KİTAP YAZMAYA BAŞLADI

CHP’li yetkililer Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun talimatıyla kitap yazmaya başlayacakmış. Kitabı kim yazacak bilemeyiz de, bir komisyon tarafından yazılacağı muhakkak. Kılıçdaroğlu’nun tabiri ile kitap belki büyük hacimli olursa ansiklopedi de olabilir.

Kitabın konusunun ne olacağını da tahmin etmek zor değil. Kitap Başbakan Erdoğan’la ilgili olacakmış. Kitabın adı da şimdiden belli “Recep Bey’den inciler…”

Partisinin grubunda konuyla ilgili olarak şunları söyledi: “Sayın Başbakan unutmasın... Benim adım Recep Tayyip Erdoğan değil. Ve arkadaşlarıma talimat verdim, Recep Bey’den inciler diye bir kitap yazacağız. Eğer kitap çok kalın olursa adına ‘Recep Larousse’ diyeceğiz. Yani bir ansiklopedi gibi olacak.”

Tahminimizce kitap seçimlere yakın çıkacaktır. Bakalım en çok satan kitaplar arasına girebilecek mi?

«««

ARTIK SİNİRLENİYOR DA…

Kılıçdaroğlu “yeni CHP” için kolları sıvamışken, parti içinden gelen farklı sesler sinirlerini hayli bozmuşa benziyor. Artık eski rahatlığı üzerinde pek görülmüyor. Kılıçdaroğlu sinirli mi, sinirli… Gazetecilerin sorularına sinirli cevap veriyor artık.

Kılıçdaroğlu’nu son günlerde en çok kızdıran konuda “Köşk’teki resepsiyonu katılacak mısınız?” sorusu oldu.

Önce, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın “tüzük değişikliği yapılsın” şeklindeki uyarısının hatırlatılması üzerine, “Biz de tüzüğü uygulamaya koyarız. Bu kadar basit” şeklinde ilginç karşılık verdi. Sonra da, resepsiyon sorusuna “Resepsiyonu neden bu kadar büyütüyorsunuz? Serbest bıraktık, arzu edenler katılır, arzu etmeyenler katılmaz. Ben resepsiyona gitsem ne olur, gitmesem ne olur” diyerek sert şekilde cevap vermesi Kılıçdaroğlu’nun bu tavrını önceden görmeyen gazetecileri hayli şaşırtıyor.

Bundan sonra Bahçeli gibi Kılıçdaroğlu da basının sorularına sert cevap vereceğe benziyor. Hazırlıklı olmak lâzım.

«««

YAZ AYINDA KÖMÜR DAĞITIMI OLUR MU?

MHP Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in Meclis Genel Kurulu’nda Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının yardımlarıyla ilgili gündem dışı yaptığı konuşmada, Gaziantep’te referandum öncesi kömür dağıtılması eleştirisine cevap veren Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, sosyal yardımların yıl boyu sürekli yapıldığını, bayram, seçim diye yardımların kesilmediğini izah etmeye çalışınca ilginç tartışmalar yaşandı. Tutanaklardan aktaralım:

Beytullah Asil (MHP-Eskişehir) - Evi olanlara dağıtılıyor Sayın Bakan. Apartmanı olanlara kömür dağıtılıyor. Bunlara cevap ver! 3 katlı evi olana kömür dağıtılıyor. Niye? Bunlara cevap ver.

Hayati Yazıcı: - …54.100 aileye 36.050 ton kömür dağıtımı planlanmıştır ve şu gün itibarıyla da 16 bin ton kömürün dağıtımı gerçekleşmiştir.

Beytullah Asil - İmam bildiğini okuyor!

Tartışma uzun süre devam ederken, konu, buzdolabı dağıtımından, elektrik fiyatlarına, Bakanın telefonuna ulaşıp ulaşılamadığına kadar uzayıp gitti. Ancak yazın kömür dağıtılmasının cevabı net şekilde anlaşılamadı.

30.10.2010

E-Posta: [email protected]



Cevher İLHAN

Terör tehdidi ve “eylemsizlik” şantajı… (1)


A+ | A-

Terör örgütü PKK’nın “eylemsizlik süresi”nin 31 Ekim’de dolması; ve terörist başı Öcalan’ın daha önceki “ateşkes”lerde yaptığı gibi, yeniden terörü “tehdit aracı” olarak kullanmasına karşı, Türkiye, terörist başının “Aradan çekiliyorum!” deyip Ankara’yı terör örgütünün “şartları”yla başbaşa bırakmasıyla karşı karşıya…

Gerçek şu ki “terörle mücadele”de “demokratik açılım”ı bu vartaya getiren siyasî iktidarın vâhim yanlışları. Bilindiği gibi önce uzun süre DTP ve BDP ısrarla terörist başı Öcalan’ın “muhatap” alınıp “açılım”da Kandil’le İmralı’nın önerdiği “yol haritası”nın esas alınmasını istedi. Ardından Öcalan’ın yol haritasının Başbakanlığa iletildiği haberleri geldi.

Her ne kadar Başbakan Erdoğan, hükûmet ve iktidar partisi olarak terörist başıyla görüşmediklerini söyleyip bu iddiayı “şerefsizlik” saysa da, devlet ve hükûmet adına “devlet görevlileri”nin görüştükleri açığa çıkmış durumda. Meclis’e sunulan bir soru önergesiyle MİT Müsteşarının 20 Temmuz’da İmralı’da Öcalan’la görüşmesi, bunlardan biri…

Ve referandum sürecinde ABD’nin isteği üzerine PKK’nın “eylemsizlik”le ilân ettiği tek taraflı “ateşkes”i Ekim sonuna kadar uzatarak, “evet” kampanyasında siyasî iktidarın elini güçlendirerek avantaj ve kıyak sağladığı yorumları, yerli ve yabancı medyada yer almakta.

Gelinen safhada, şimdi bu sürecin yeniden en azından Haziran’daki 2011 seçimlerine kadar uzatılması isteniyor. Ne var ki buna karşı terör örgütü ile iç ve dış destekçileri, Ankara’ya açıkça bazı “şartlar” ileri sürüyorlar…

FORMÜLASYON; “ÖZERKLİK”!

Bunların başında, BDP sözcülerinin açıkça seslendirdiği, “yeni anayasa”da “Kürt kimliği”ne vurgu yapılması, “çatışmazlık anlaşması”yla yurtta ve Kuzey Irak’ta teröristlere yönelik operasyonların durdurulması, terör örgütünün sivil yapılanması olan KCK’da tutuklananların derhal serbest bırakılması geliyor.

Bir yandan yer yer terörist saldırılarla çatışma ortamı meydana getirilerek Ankara’ya “gözdağı” verilirken, “eylemsizlik” kararının sona ermesiyle—daha önce Öcalan’ın açıkça şantajda bulunduğu—terör olaylarının, bombalamaların kırsalda kalmayıp büyük şehirlere patlatılması, ülkede orta ölçekli bir isyan provasına başvurulması tehditleri savrulurken, diğer yandan terör örgütüyle Ankara arasında “güvenlik protokolü”nden bahsediliyor!

Kısacası, “demokratik açılım”ın bütün Türkiye’yi ve herkesi kapsayacak demokratik hak ve özgürlüklerin temini olarak ele alınmayıp münhasıran etnik ve bölgesel yapı üzerinde belli bir bölgeye inhisarla ortaya atılması, peşinden “Habur şov” gibi tahriklere meydan verilmesi, Türkiye’yi bir garâbetin ve çıkmazın içine itmekte.

Ve en önemlisi, bütün bunlar için öncelikle “özerk Kürdistan projesi” müzâkerelerine başlanması, terör örgütünün “şartları”nın “olmazsa olmazı” olarak ileri sürülmekte…

Öcalan’ın ve Kandil’deki terörist başı Karayılan’ın Ankara’ya koştuğu “şartlar”ın başında bu var. Türkiye’nin etnik ve bölgesel ayırımlar üzerinde en az 23 bölgeye bölünüp, maliyeden, belediyeye, sağlıktan, spora ve eğitime, hatta güvenliğe kadar yönetimi ve bütçesi ayrı, ayrı ayrı bayrakları bulunan “özerk bölgeler”e taksimiyle “özerk Kürdistan” kurulması, “öneriler”in eksenini oluşturuyor.

En son BDP Grup Başkanvekili Bengi Yıldız’ın, “Hareketimiz, mücadelemiz, Kürt sorunu çözme noktasında önerdiği formülasyon şudur; ‘demokratik Türkiye’, ‘özerk Kürdistan’ ve Türkiye’nin bütün alanlarının birçok özerk bölgeye taksimiyle, merkezi yönetimin yetkilerinin önemli ölçüde yerele aktarıldığı, yerelin söz ve karara hakim olduğu bir yönetim biçimi” sözleri bunun ifâdesi.

Bununla kalmayarak, “Bu sistem içerisinde özerk Kürdistan’da birinci resmî dil Kürtçe olacak, ikinci de Türkçe” cümlesi, özerklik kasdını ortaya koyuyor…

ETNİK VE BÖLGESEL İMTİYAZ!

Hatırlanacağı üzere daha önce BDP’li Diyarbakır Belediye Başkanı Baydemir, partisinin gündeme getirdiği “demokratik özerklik” politikasına açıklık getirmiş; özerk Kürdistan parlamentosu kurulmasını isteyip, “Özerk Doğu Karadeniz’ olacak ‘Özerk Orta Karadeniz’ olacak, aynı zamanda Özerk Kürdistan olacak” demişti.

Anlaşılan o ki terör örgütü ve siyasî temsilcileri, bütün ülkeyi kapsayacak, herkesin istifade edebileceği, “demokratikleşme”nin tesisiyle iktifa etmiyor. Kimlik ve etnisite tartışmalarıyla vatanın ve milletin birlik ve bütünlüğünü bozacak asırlık “ecnebi projesi”ni tekrarlıyor.

“Demokratik ve kültürel haklar” talebiyle yetinmeyip, bu perdede “olmayacakları” öne sürüp Türkiye, ırkî ve bölgesel tefrikayla etnik kavga ve kargaşa fitne ateşinin içine itiyor.

“Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” paravanında, demokratikleşmeyi, bireysel hak ve özgürlükleri, belli bir zümreye istemekle, bölgesel imtiyazlarla bölünüp parçalanma sath-ı mâili olan Osmanlı’nın çöküşü sırasındaki “bayat sistem” fedaralizme zemin hazırlanıyor.

En çarpıcısı, Başbakan’ın “referandum kilidi”nden sonra 2011’deki genel seçimler sonrasına havale ettiği “yeni sivil demokratik anayasa” ve demokratikleşme, sözkonusu “gevşek federatif sistem”le başka alanlara çekilip zehirlendiriliyor. Kamuoyunda demokratikleşmenin bölünüp parçalanma” olarak algılanması kırılgan ortamı tesis ediliyor…

Peki, bu ortamda çözüme ulaşılır mı?

30.10.2010

E-Posta: [email protected]



Faruk ÇAKIR

Lauren Booth’u kim tesettüre zorladı?


A+ | A-

Her ne kadar “Kötü haber tez yayılır” denilirse de, günümüzde “iyi haber”ler de çabuk yayılıyor. Son günlerde duyulan “iyi haber”lerden biri de İngiltere eski Başbakanı Tony Blair’in baldızı Lauren Booth’un Müslümanlığı seçmesi oldu.

Kelime-i Şahadet getirdiğinde içine büyük bir huzurun dolduğunu söyleyen Blair’in baldızı Booth, “Ben İslâmı seçmedim, İslâm beni içine almaya karar verdi” demiş. (Yeni Asya, 29 Ekim 2010)

İnanın, Lauren Booth’un bu açıklaması başta İngiltere olmak üzere Avrupa ülkelerinde ‘atom bombası’ndan daha fazla tesir edecek ve etmiştir. “Ben İslâmı değil, İslâm beni seçti” demek her yiğidin kârı değil. Hem Müslüman olup İslâma teslim olmasından, hem de bu güzel tesbitinden dolayı Booth’u tebrik ediyor ve benzer hidayet haberlerini duymak arzu ettiğimizi ifade ediyoruz.

Bu hadise İslâmın ‘fıtrat dini, yaradılışa uygun din’ olduğunu göstermesi bakımından da ayrıca dikkat çekicidir. Bakınız, Lauren Booth’un Müslüman olması herhangi birisinin ‘İslâmı anlatması’ndan ziyade, Müslümanların hâl diliyle, fiilleriyle İslâmı yaşaması sayesinde olmuştur. Bu açıdan, “İslâmı fiillerimizle yaşamanın önemi” bir defa daha ortaya çıkmış oluyor.

Elbette İngiltere eski Başbakanı Tony Blair’in baldızı Lauren Booth, bu hususta tek örnek de değil. Avrupa’da İslâmla şereflenenlerin çoğu, Müslümanların “hal dilleri”nden etkileniyorlar. Bu haberler, İslâma ‘ayna’ olmanın önemini de ortaya çıkarmış oluyor.

İslâma teslim olan Lauren Booth’un başörtüsü yasakçılarına da bir sözü olmuş: “Bu yasaklar, kadının kararına saygısızlık. Bir kadın hem örtülü olur, hem de her işi yapar. Bunun aksini düşünmek kadının aklını küçümsemektir.”

Tam da bu haberlerin duyulduğu günlerde bir profesör, bilinen yanlışları tekrar edip bir yerde şöyle demiş: “Yani erkek, kadını kapatıyor eve. Dışarı, ancak başını örterse çıkmasına izin veriyor.” (Akşam, 28 Ekim 2010)

O halde soralım: “Lauren Booth’u kim İslâmı seçmeye ve tesettüre zorladı?”

“Uzman”larımız; Türkiye ve dünya gerçekleriyle örtüşmeyen böyle iddiâları dillendirmekle itibar kaybettiklerini acaba ne zaman anlayacaklar?

Zorla güzellik olmayacağını en başta bu ‘uzman’larımız bilmeli. Pek çok olumsuz şarta rağmen bir öğrenci başörtüsünü tercih ediyorsa, lütfen o tercihe saygı duyalım. Bu tercihin arkasında artniyet, maddî menfaat ya da başka şeyler aramaya gerek yok. Her zaman hatırlatıyoruz: Bu tercihler maddî menfaat karşılığı oluyorsa daha fazla menfaat temin ederek onların açılmasını sağlayın! Bu kolay yol varken niçin ‘ikna odaları’ ya da ‘zor’ kullanıyorsunuz?

Kendisi de Müslüman olacağını bilmediği için, bu kararından ablası Cherie Blair’i (Tony Blair’in hanımı) haberdar edemediğini belirten Booth, Blair ailesinden kararına bir tepki gelmediğini de söyleyip ilâve etmiş: “Gelse de aldırmazdım zaten!”

Booth, ayrıca Türkiye’yi görmeyi çok istediğini de belirmiş. Hemen bir çağrı yapalım ve hamiyet sahibi bir STK’nın, Booth’u Türkiye’ye getirmesini beklediğimizi ilân edelim. Gelsin ve yasakçıların anlayacağı dil ile onlara kendi tecrübesini anlatsın. Türkiye’deki ‘yasak mağdurları’nı dinlemeyenler belki onu dinlerler...

30.10.2010

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri




Son Dakika Haberleri

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Abdullah ŞAHİN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet BATTAL

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Ali Rıza AYDIN

  Atike ÖZER

  Baki ÇİMİÇ

  Banu YAŞAR

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H.İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Hakan YILMAZ

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehmet YAŞAR

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Muzaffer KARAHİSAR

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Saliha FERŞADOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  YENİ ASYA NEŞRİYAT

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.