Muharrem Okur: “‘Levlâke levlâke lemâ halaktü’l-eflâk’ (Eğer sen olmasaydın, eğer sen olmasaydın; Ben Kâinâtı yaratmazdım) kudsî hadîsini açıklar mısınız?”
Cenâb-ı Hakk’ın, Kendi Habîbine ve Sevgili Resûlüne (asm) hitâben yapmış olduğu böyle bir iltifâtın gerçek mânâsını Cenâb-ı Hakk’a bırakmak ve O neyi murad etmişse onun hak olduğuna îtikat ve îtimad etmek, gösterilebilecek en müstakîm yaklaşım olmalıdır. İki defa “levlâke” lâfzını te’kit ve te’yid için mi kullandı, Kendi Âlî katında vâkıf olamadığımız başka mânâlarda mı sarf etti; müteşâbih bir mânâ olduğundan, bu konularda murad-ı İlâhîye teslim olmak lâzımdır. Serd edilen yorumlar birer mirsad olabilirler, hadîs-i kudsîyi anlamada birer âyine ve ölçü teşkil edebilirler; ancak bağlayıcı yorumlar yaparak, başka mütalâalara kapıları kapatmaktan kaçınmalıdır.
Risâle-i Nûr’da, “levlâke”nin iki defa tekerrürü hikmetine uygun düşeceği intibâını veren mütalâalar mevcûttur.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz’in (asm) ubûdiyeti ve duâsının ebedî saadetin ve Cennetin varlığının sebebi; risâleti ve hidâyetinin de ebedî saadete ve Cennete kavuşmanın vesîlesi olduğunu beyan eden1 Bedîüzzaman, aynı zamanda Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın “risâletinin” bu imtihân dünyâsının açılmasına sebep teşkil ettiğini, “ubûdiyetinin” de ebedî saadet yurdu olan âhiretin açılmasına vesîle olduğunu kaydeder.2 Peygamber Efendimiz’in (asm) mî'râcında velâyetiyle halktan Hakk’a gittiğini; risâletiyle de Hak’tan halka geldiğini3, yani velâyetiyle mî'râca gidip risâletiyle döndüğünü4 de belirtir.
Bu durumda Peygamber Efendimiz’in (asm) iki ciheti gönlümüze açılır: Risâleti ve ubûdiyeti. Risâleti bu dünyanın açılmasına; ubûdiyeti de âhiretin açılmasına vesîle teşkil ettiğini nazara aldığımızda, iki defa söylenen “levlâke”nin birisinin “risâleti”ne, diğerinin de “ubûdiyeti”ne işâret ediyor olduğunu söylemek mümkün olur. Bir başka ifâde ile Resûlullah Efendimiz’in (asm) risâleti hürmetine “dünyânın”, ibadeti hürmetine de “ebedî âhiretin” yaratılacağı tarzında bir yorum, hakîkat-ı hâle daha muvâfık görünüyor.
Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın, kâinâtın “ille-i gâiyesi” bulunduğunu; yani kâinât Hâlık’ının ona (asm) bakıp kâinâtı halk etmiş olduğunu belirten ve “Eğer onu îcad etmeseydi, kâinâtı dahi îcad etmezdi”5 hükmüne ulaşan Bedîüzzaman, Resûl-i Kibriyâ Efendimizin (asm) kâinâtın “ille-i gâiyesi” oluşunun hikmetine Otuzuncu Lem’a’da da yer verir. Burada, bu kâinâtın hulâsâsının hayat olduğunu, şuurun ve hissin hayattan süzülmüş bir hulâsâ olduğunu, aklın da şuurdan ve histen süzülmüş bir hülâsa olduğunu beyan eder. Rûhun hayatın sâfî ve hâlis bir cevheri olduğunu, sâbit ve müstakil bir zâtı bulunduğunu kaydeder.
Bu ön verilerden hareket eden Üstad Saîd Nursî, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın maddî ve mânevî hayatının, kâinâtın ruh ve hayatından süzülmüş bir özün özü olduğunu; risâletinin de kâinâtın his, şuur ve aklından süzülmüş en sâfî bir öz olduğunu kaydeder. Buna göre, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın hayatı, kâinâtın hayatının hayatıdır. Risâleti, kâinâtın şuurunun şuurudur ve nûrudur. Kur’ân’ın Vahyi ise, kâinâtın hayatının rûhudur ve kâinât şuurunun aklıdır.6
Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın maddî ve mânevî hayatı ile kâinâtın hayatı arasında böylesine “ruh-beden” ilişkisi kuran Üstad Hazretleri, ruhun ayrılışı ile bedenin çökeceği misâlinde olduğu gibi; Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın “risâlet nûrunun” kâinâttan çıkıp gitmesi halinde kâinâtın vefât edeceğini; Kur’ân’ın gitmesi hâlinde ise kâinâtın dîvâne olacağını, dünyânın da kafasını ve aklını kaybedeceğini; şuursuz kalmış olan başını bir gezegene çarpacağını ve kıyâmeti koparacağını haber verir.7
Bedîüzzaman’ın bu beyanları, hem kıyâmetin kopuşunu haber veren sahih rivâyetlerle örtüşmekte; hem de “Levlâke” hadîsini farklı bir yaklaşımla yorumlayarak, onun (asm) nûru olmadığında kâinâtın nasıl ve niçin dağılacağını ve yıkılacağını açıklar mâhiyettedir.
Kıyâmetin kopuşundan sonra da, yeni bir âlemin yaratılmasına yine Peygamber Efendimizin (asm) duâsı ve ubûdiyeti vesîle teşkil edeceği gibi, bu saadete ulaşmaya, onun (asm) dünyâda hidâyeti, âhirette şefaati–İnşaallah—vesîle olacaktır.
Cenâb-ı Mevlâ’mız, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın şefaatine cümlemizi ve cümle ehl-i îmânı nâil buyursun. Âmin! Âmin! Âmin!
Dipnot:
1- Sözler, s. 70, 217; 2- Mesnevî-i Nûriye, s. 38; Sözler, s. 72; 3- Sözler, s. 517 4- Sözler, s. 532; 5- Mektûbât, s. 191; 6- Lem’alar, s. 329; 7- Lem’alar, 329
21.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|