Cemaat ile TSK diyaloğa girmeli
Son derece kritik bir konuda yazmaya başladığımın gayet tabii ki farkındayım. Hep çatışmalarla ve ‘tehdit’ algılamalarıyla yaşamaya alışık olanların bana nasıl saldırabileceğini de biliyorum. Ama 50 küsur yaşının hemen tamamını çatışmaların ve tehdit algılamalarının dünyasında geçirmiş, artık düzgün ve huzurlu bir şekilde yaşlanmayı arzulayan bir insan olarak bu toplumun huzuru özlediğini ve bunu çoktan hak ettiğini biliyorum. Ve benim gibi insanlar bazı entelektüel riskleri alıp, ortaya çıkıp, doğru olduğunu bildiklerini açıkça söylemezlerse bu ülkenin hiçbir aman uzlaşmayı ve huzuru bulamayacağını biliyorum.
(...)
Cuma akşamı SKYTURK televizyonunda arkadaşım Serdar Akinan’ın yaptığı programa telefonla katıldım. Bir gece önce sabaha kadar hiç uyumamış olmaktan kaynaklanan korkunç yorgunluğum olmasaydı bizzat gidip de katılacaktım.
Telefonda basit bir şey söyledim. Bu dediğim basit olmasına rağmen öyle inanılmaz destek aldım ki, destek için mesajlar gönderenlerin sayısı öyle fazlaydı ki ben bile inanmakta zorlandım.
Yayında dediğim sadece şuydu: Herkes Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasında cemaat tehlikesinden bahseden bölüme konsantre oluyor. Bu tehdit oluşturma kültürünün alışkanlığıdır. Bizler bir konuşmanın hangi bölümüne yoğunlaşıp neyi öne çıkaracağımız hakkında kararlar verirken aslında ülkenin hangi yöne gideceğine de karar veriyoruz ister istemez. Evet Genelkurmay Başkanı cemaat tehlikesinden söz etmiştir konuşmasında, ama aynı konuşmada ayrıca TSK dine karşı değildir lafını da etmiştir. Yıllardır alıştırıldığımız ‘tehlike algılamalarını’ güçlendirecek bölüme değil de uzlaşmayı, hoşgörüyü destekleyecek bölüme yoğunlaşsak toplum için daha doğru olanı yapmış olmaz mıyız?
İşte konuşmamın içeriği bundan ibaretti. Düşünün; insanlar o kadar uzlaşmaların olmasını ve toplumun biraz huzur bulmasını arzuluyorlar ki ve o kadar bıkmışlar ki birtakım korkularla yaşamaktan, bu benim temelde son derece basit olan düşüncem bile büyük heyecan yaratabildi.
(...)
Bir düşünsenize, biraz hayal kuralım lütfen. Durmadan felaketler, tehditler düşünecek değiliz ya. Sizi bilmem ama ben korkmaktan fena halde yorulmuş durumdayım.
Haydi Türkiye için hayal kuralım biraz.
Bir yanda insanların her zaman güvendiği kurum olarak daima birinci sırada yer alan Türk Silahlı Kuvvetleri var.
Diğer yanda da insanların özgür iradeleri ile güvenip katıldıkları ve ilişkilerini benimsedikleri, içinde huzur bulduklarını söyledikleri bir cemaat var ve bunların sayısı da artıyor daima.
Bu ikisi çatışmacı kültürden çıkıp da sadece konuşmaktan oluşan bazı kanallar kurabilselerdi, Türkiye işte o zaman huzurlu ve gerçekten modern bir ülke haline dönüşebilirdi.
Olması imkansız bir hayal mi bilmiyorum. Sadece ben neden olmasın ki diyorum kendi kendime.
Bu düşünce çocukça mı? Büyük ihtimalle öyle. Ama bizim kavgalarımız da çocukça. Bu çocukluk hastalıklarından kurtulup bir çocuğa özgü masumiyet ile konuşmaya ve anlaşma huzuruna da ulaşmaya çalışabiliriz.
İNANÇLA HERKESİN YÜZLEŞMESİ MODERNLİĞİN GEREĞİDİR
Bu dediğim laflar sadece Türkiye’ye özgü bazı sorunlardan çıkış yolu arama arzusundan kaynaklanmıyor. İşin bir de daha genel ve büyük boyutu da var.
21’inci yüzyılda dünyanın yeniden oluşturulması zorunluluğu ortaya çıkmışken, her ülkede konumu ne olursa olsun her insan ‘İNANÇ’ meselesiyle mutlaka yüzleşip kendi bireysel iç hesaplaşmasını yeniden yapacak.
Bunu ister istemez yapacağız çünkü modern yaşam bize bunu dayatıyor.
Dünyada arzulanan huzuru bulabilmenin başka bir yolu da yok.
Ha tabii ki bu bireysel hesaplaşmaların sonucunda birey olarak inanmamayı seçenler de olacaktır, tüm hayatını inanışa göre düzenlemeyi seçenler de ve tabii ki kendisi gibi olmayanları bir türlü kabul edemeyenler de olacaktır.
Bunlar olacak gayet tabii ki ama toplumun büyük çoğunluğu inancını da inançsızlığını da çok daha ılımlı bir şekilde yaşayacak.
Şunu artık umarım herkes biliyor. Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda dinine çok daha önem veren, inancı ön plana çıkaracak bir toplum olacağı kesindir. Cemaat de bu gerçeğin bir parçasıdır. CHP de öyledir.
Ben bu gerçeklerin Türkiye’nin avantajına olabileceğini ve bizi güçlü ve büyük devlet haline getirebileceğini düşünüyorum.
Eğer Türkiye laik sistemi, cemaatleri yok etme gücü olarak algılamayı bırakırsa, her insan dünya görüşü ne olursa olsun, hangi hayat tarzını seçerse seçsin, birbirine fazla karışmadan huzurlu bir şekilde bir arada yaşamak fırsatını ele geçirecektir. Gerçekten laik demokratik düzen işte o zaman olacaktır.
(...)
Askerlerin de yoğunlaşması gerekiyor bu konuya. Ve meseleyi sadece tehdit algılaması düzeyinde bırakmaktan çıkarıp bir şekilde anlamakla sonuçlanacak diyalog kanallarını açık tutması da gerekiyor. Ben ayrıca inanıyorum ki tam anlamaya başladıklarında hiç ummadıkları sonuçlarla da karşılaşacaklar.
Bitirmeden şunu söylemeliyim; şimdi lütfen bana kandırılmış olduğumu, işlerin içyüzünü bilmediğimi, saf olduğumu, insanların yalan söylediğini filan yazmayın. Damgalamaya çalışmayın beni. Bütün bunlar umurumda değil. Konu hakkında çok düşündüm yazıya girişmeden önce. Türkiye’ye artık huzurun gelmesini, çatışmalardan artık tamamen çıkmasını istiyorum. İsteyenin istediğine inandığı, her insanın istediği gibi giyindiği, hayat stilini özgürce yaşadığı, isteyenin de cemaate korkmadan ait olabildiği isteyenin de yine korkmadan cemaatler dışında kalabildiği bir Türkiye istiyorum artık. Sadece kendim için değil özellikle çocuğum için istiyorum bunu. Onun ancak o tür bir ülkede mutlu olabileceğini düşündüğüm için bu yazıyı yazmak zorundaydım. Ayrıca ben, bana edilen her lafın mutlaka bir yalana dayandığını da düşünmeyeceğim artık. Edilen lafa inanmak sonucunda kandırılabilir miyim? Gayet tabii ki evet. Ama hep bu kuşkuyla yaşamayı sürdüreceksek, bizi kandırıyor olması riski hem askerde hem de cemaatte vardır. Bu risklerin bizi yönlendirmesine izin vermeyip ÜLKEMİZDE BÜYÜK BİR DİYALOG başlatmalıyız. Artık boşa harcayacak zamanımız kalmadı.
Akşam, 20.4.2009
|
‘Türkiye halkı’na cemaatler de dahildir
(Başbuğ’un) başka bir konuda söylediklerine katılmak mümkün değil. Bu, resmi laiklik anlayışının tuhaflığı nedeniyle devletin bir türlü kabullenemediği dini cemaatler meselesi. Başbuğ’un da bu konuda iki olumsuz önkabul ile yola çıktığı anlaşılıyor:
1) Modern toplumlarda kişi bir cemaatin üyesi değil, birey ve vatandaş olarak yer almalıdır.
2) Cemaatler, toplumda güç haline gelmeye çalışıyor. Demek ki dini istismar ediyor, sömürüyorlar.
Oysa Batı toplumlarını, özellikle de oldukça dindar bir ülke olan Amerika’yı incelersek üstteki kabullerin her ikisine de kolayca karşı çıkabiliriz.
Modern toplumlarda bireylerin ön plana çıktığı doğrudur. Ama bu durum, söz konusu bireylerin kendi rızaları ile bir araya gelip cemaatler kuramayacakları anlamına gelmez. Aksine, Amerika, kendi içlerinde sıkı dayanışma mekanizmaları bulunan dini cemaatlerle doludur. Dahası, hem Amerika’da hem de İngiltere’de ‘modern toplum’ denen aşamaya varmak için geçilen ‘modernleşme’ sürecinde de dini cemaatlerin olumlu katkısı olmuştur. (İskoç düşünür Adam Smith bu süreci iyi anlatır; başka bir yazının konusu olsun.)
İkinci önkabul olan ‘istismar’ meselesi de Türkiye’de çok tekrarlanan bir ezberdir. Birileri bir araya gelip bir tarikat veya dini grup kuruyorsa, bu işin arkasında mutlaka bir ‘sömürü’ olduğu kabul edilir.
Kuşkusuz böyle örnekler de vardır. Ama her dini oluşumun ‘istismar amaçlı’ olduğunu nereden biliyoruz? İnsanlar samimi olarak ‘dine hizmet’ düşüncesiyle bir araya gelip faaliyet gösteremezler mi? Devletin resmi ‘din hizmetleri’ni yetersiz veya yanlış bulup, dini kendi kalplerine yatan şekliyle yaşamak, korumak ve daha da yaymak için organize olamazlar mı?
Eğer Türkiye’de gerçek bir demokrasi kurulacak ise, son iki sorunun cevabı ‘evet’ olmak zorundadır.
Çünkü Türkiye’de gerçek bir demokrasi kurulacak ise, devlet, ‘Türkiye halkı’nın tümünü kucaklamalıdır. Ve o halka, ‘laik yaşam biçimli’ yurttaşlar kadar, cemaatler ve tarikatlar da dahildir.
Star, 20.4.2009
|
İNANÇ KİŞİSEL, DİN TOPLUMSALDIR
Siyaset ve düşünce hayatımızın bir başka büyük ve inatçı yanılgısı da... Dinin kişiye özel ve mahrem bir yaşantı olduğu tezidir. Bu çırılçıplak bir yanlış ve feci bir siyasal yanılgıdır.
Çünkü en saf göz de, en derin ve aydın zihin de farkındadır ki..
Kişisel olan inançtır.
Din her yerde, her zaman toplumsaldır. Dinin toplumda göze batacak kadar görülmesi, toplumun her köşesine, her hücresine işlemesinden doğal bir şey olamaz. Ama dünyanın başka bir ülkesinde ilkokul çocuklarının bile yapmayacağı bu yanlış yıllar boyu devletin en üst kademelerinde, eğitim kurumlarında çoğaltılıp durmuştur.
Üstelik zamanla resmi tez haline getirilen bu yaklaşım “ laiklik ilkesi” nin bir parçası sayılmıştır.
Kitlelerle aydın geçinenlerin arasını açan temel yanılgılardan biri budur.
Hatta bu bir yarılmadır. Aslında 50’lerden bu yana muhafazakâr sağın açık açık “devletle millet arasındaki çatışma “ adını verdiği ve tamir etmek üzere kitlelerden oy aldığı şey de bu yarılmanın ta kendisidir.
Sabah, 20.4.2009
|