Bir sahabe, Resulullah’a (asm) annesini şikâyet eder.
-Huyu ve ahlâkı kötü der.
O cevap verir:
-Ama seni dokuz ay karnında taşırken kötü huylu değildi.
Sahabe tatmin olmamıştır.
-Ey Allah’ın elçisi! Gerçekten kötü huylu.
-Ama seni iki sene emzirirken kötü huylu değildi.
Sahabe yine de ısrar eder. O da devam eder.
-Senin yüzünden uykusuz kalırken kötü huylu değildi.
Sahabe dayanamaz:
-Ama ben de karşılığını ödedim.
-Ne yaptın?
-Sırtımda taşıyarak hac yaptırdım.
Hz. Muhammed’in (asm) dudaklarında acı bir tebessüm belirir:
-Bir tek doğum sancısının bile karşılığını ödemiş olmadın.
Batı dünyası anne yüceliğini anlamaya ve kavramaya çalışırken, İslâmiyete yakınlaşmaya çalışmış.
Bunlardan, Victor Hugo, anneler için, “Ana kolları şefkatten yoğrulmuştur, çocuklar orada derin derin uyurlar” ifadesini kullanırken, Goethe, buna tamamlayıcı bir tarif getirir: “Hiç kimse kollarında bir çocuk tutan anne kadar muhterem ve bir kaç çocuk arasındaki bir anne kadar saygı değer değildir.”
Batının bu duygu ve zekâ dehaları annelerle ilgili bu yaklaşımı sergilerken, Abraham Lincoln, farklı bir benzetme ile anne tasviri yapar: “Bana, okuduğum kitapların en güzelinin hangisi olduğunu sorarsanız, söyleyeyim: Annem’dir.”
Okunacak en güzel kitap anne olduğuna göre, “İlk muallimim validem” diyen Bediüzzaman, bunu teyit eden görüşü ile ilk öğreticinin anne olduğunu belirtir. Bu ilk her zaman en geçerli etki olarak devam eder çocuk üzerinde.
Henry Ford Beecher, Bediüzzaman’ın bu hayat müşahedesini duymuş gibi der ki, “Anne kalbi, çocuğun okuludur.”
Çocuk, öğretmen, okul ve kalp dörtgeninde, sırasıyla masumiyet, anne, öğrenme ve sevgi eşlemesi öne çıkıyor. Kadın sevgisini, anne olunca şefkatle taçlandırır.
Nitekim, Victor Hugo, “Kadınlar zayıftır, ama analar kuvvetlidir” derken, anne farkını, hissin bedel ödemeye ve karşılıksız feda olmaya ait cesaret ve asalet farkının annelikte olduğunu belirtmeye çalışır. Günümüzün modern kadınının en büyük harcama kalemi olan makyaj ve süsle ilgili yine bir Batılının değerlendirmesini almak istiyorum. Emle Brochvogel der ki, “Hiçbir süs, bir kadını analık sevgisi kadar güzelleştiremez.”
Çocuğun severek bağlandığı ve korkusundan, yanlıştan korunduğu annesinin uyarısı veya tatlı dokunuşu veya tokadı karşısında sığındığı şefkat sinesi ve merhamet yüreği de yine annesi olmaktadır.
Yaşandığında fark edilen anne ve çocuk tadı, hazzı ve ruhanî zevki, beşeri aşan bir lezzetin takdir edilen en has ve özel nimetidir.
“Ana başa taç imiş” yetmez. Bu niyet doğrudur. Ancak yaşanmalı ve yaşatılmalı.
“Cennet anaların ayağı altındadır” hadisini bilmek de yetmez. Onların cennet vaad eden şefkat kanallarına, merhamet duvaklarına, süt çeşmelerini rahmet tecellilerine, duâ yüklü ahiret hemşireliğine ve göbek bağımızın iman intisabıyla devam edecek güçlü bütünlüğüne lâyık olmak gerek.
Anne, bir “şefkat kahramanı.” Bir diriliş ve medeniyet tapusu. Bir nesep asliyeti. Bir kudsiyet tecellisi. Bir mucize yaratılış emaresi. Bir sabır ve meşakkat direği. Bir tutunma ve sığınma evi. Bir saygınlık ve itina umdesi. Bir toplum nirengisi. Bir aile sütunu, aile şemsiyesi ve koruyucusu.
13.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|