Zaman ihtiyarladıkça, Kur’ân gençleşiyor
Başlıktaki cümle, büyük İslâm âlimi Bediüzzaman’a ait. Evet aziz Üstad, devamla “Beşerin âsâr ve kanunları, beşer gibi ihtiyar oluyor, değişiyor, tebdil ediliyor. Fakat Kur’ân’ın hükümleri ve kanunları, o kadar sabit ve râsihtir ki, asırlar geçtikçe daha ziyade kuvvetini gösteriyor” (Sözler, s. 371-2) diyor.
Bu gerçeği haklı çıkaran o kadar çok hadise ile karşılaşıyoruz ki günümüzde, saymakla bitmez. İşte bir kaç örnek:
“Aile değerleri zayıflayan Avrupa’da 12. yüzyıla dönüş. Aile çöktü, Avrupa çöpe atılan bebekleri kurtarmaya çalışıyor.” (14 Kasım 2006, Zaman)
Cenâb-ı Allah (cc) “Zinaya yaklaşmayın” hitabını bütün insanlığa yapıyor, sadece Müslümanlara değil. Evet, Bediüzzaman Hazretleri “Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfî gelir” diyor. Maalesef gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin eğitim sistemleri, materyalist bir çizgide götürülmeye çalışılıyor. Allah, yaratıcı olarak anlatılmıyor. Batıda natüralist, bizde doğa-tabiat gibi kavramlar yaratıcı imiş gibi genç beyinlere yerleştirilmeye çalışılıyor.
İşte asıl tehlike ve tehdit ondan sonra başlıyor. İnsanlar, Allah ile olan irtibatı koparınca, esfel-i sâfilîne (aşağıların aşağısına) yuvarlanıyor. Sadece zevkleri için yaşar hâle geliyor. Önüne engel olarak çıkan gayrimeşrû çocuklarını ya öldürüyor, gömüyor—Almanya’daki örnekler gibi —ya da cami avlusuna, karakol yanına, parklara, wc’ye (Kayseri’deki gibi) bırakıyor. Daha sayılamayacak kadar çok canice hareketler...
Avrupa’da, istenmeyen çocuklar için hastahane ya da kilisede ‘bebek kutuları’ icat edilmiş. İstenmeyen bebeği insanlar öldürmesin, bu kutulara koyup ortadan kaybolsun şeklinde bir çözüm üretmişler!
Bütün bunların ilâcı, 14 asır önce Kur’ân-ı Kerim’de sunulmuş insanlığa: “Zinaya yaklaşmayın” emri ile. Nikâhta bunun için kerâmet var. Meşrû olmayan her hayat tarzı, her yerde sıkıntı yaşatıyor kural tanımayanlara.
Evet, insanlığı ayakta tutacak tek formül Kur’ân.
Ülkemizin genç nüfusu, dünya ölçeğine göre çok fazla. İfsat komiteleri onları yoldan çıkarmak için akla hayale gelmedik hile ve desiselerle uğraşıyorlar. Üniversite gençliğinin yüzde 67’si Cuma namazı kılıyor diye birileri fena ürkmüş meselâ.
Şuurlu Müslümanlar, lütfen biraz gayret ediniz, zamanınızın ve paranızın bir kısmını acil dinî hizmetlere ayırınız, ya da bu hizmetleri yapanlara destek veriniz. Yarın çok geç olabilir. Dinsiz hiçbir genci kanunla zaptedemezsiniz, ancak ve ancak Allah korkusu bu gençleri frenleyebilir.
Artık eğitim sistemimizden natüralizmi çıkarıp, gerçek yaratıcının Allah olduğunu çocuklarımıza öğretelim çok geç olmadan.
Fransızca bir kelime olan natüralizmin, Mehmet Doğan’ın Türkçe sözlüğündeki karşılığı; “Tabiatçılık, her şeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia eden ve İlâhî bir düzenleyiciyi kabul etmeyen doktrin.”
Dünyaca meşhur bazı ateistler bile, meselâ Francis Collins (dünyanın en önemli gen uzmanı), insanın mükemmel genetik yapısını ancak Allah’ın yaptığını itiraf etmesine rağmen, biz hâlâ okullarımızda tabiatı yaratıcı olarak öğretmeye çalışıyoruz. İşte bir örnek:
“Nizam deyince akla asker veya ağaç dizisi gibi basit bir düzen gelmemelidir. Tabiatın yarattığı canlı varlıkları, nebat veya hayvanları yakından incelerseniz, teferruâtına kadar işlenmiş bir nizam görürsünüz.” (Prof. Dr. Mehmet Kaplan’ın bir makalesinden, Lise Türk Dili ve Edebiyatı Kompozisyon II, s. 2-3, MEB Yayını.) Bu kitabın basımı için Bakanlık, 14.06.2006 tarihli yazısı ile onay vermiş. Kitabı 13 kişilik bir komisyon hazırlamış.
Yukarıdaki paragrafta ‘tabiat’ sözcüğü yerine Allah kelimesi kullanılmalıydı, değil mi?
Bu kelime son yirmi yıldır o kadar çok yerli yersiz kullanılır oldu ki hayret etmemek elde değil. Sinop’ta 'sol' görüşlü bir arkadaş, bu kelimeyi oğluna isim olarak vermişti. Dr. Mehmet Doğan’ın Türkçe Sözlüğünde ‘doğa’nın karşılığı olarak ‘tabiat’ verilmiş.
Bediüzzaman Hazretleri 1922 yılında Isparta Barla’da yazdığı Lem’alar isimli eserinin 23. Lem’ası olan Tabiat Risâlesi’nde; tabiatın yaratıcı değil yaratılmış olduğunu; san’atkâr değil bir san’at olduğunu, fail değil fiil (eylem) olduğunu, nakkaş değil bir nakış olduğunu mükemmel bir şekilde (s. 238-254) isbat ediyor. Bir yerde fiil varsa mutlaka bir de fail (özne) olmalıdır.
19. yüzyıldan itibaren Fransa’da başlayıp dünyaya yayılan pozitivist felsefenin yaydığı bir zehir olan tabiat (doğa) teziyle, hâşâ, Cenâb-ı Allah inkâr edilmeye çalışıldı. Pozitivist bir eğitim anlayışıyla eğitilen gençlerde de müthiş bir maneviyât erozyonu başladı. Son zamanlarda ortaya çıkan seri katiller, ahlâksız insanlar, tabiatı yaratıcı olarak öğrettiğimiz gençlerin eylemleri değil mi? Pozitivist insanın vicdanı olmaz, merhameti olmaz.
1950 yılında 10 milyon nüfusu olan Cezayir’de Fransızlar 1 milyon Müslüman Cezayirli’yi katletti. 1990 yılından beri Irak’a uygulanan ambargo sebebiyle 500 bin çocuk mama ve ilâçsızlıktan ölerek, 2003 yılındaki işgalden sonra da yine Irak’ta 650 bin Irak’lı katledildi. Bir yerde soykırıma uğradı. Maalesef pragmatist (faydacı) ve pozitivist düşünen Batı insanı için sadece fayda ve çıkar söz konusudur. Kısaca; sinekten yağ çıkarmaya uğraşıyor Batı. 1. ve 2. dünya savaşlarında da milyonlarca insanı katletti Batı.
Bizde de artık acımasız bir şekilde ekonomide bu batıl felsefe hükümranlığını sürdürmekte ve çığ gibi büyümektedir. Alın reklâmları; basında ve büyük medyada “doğalı” reklâmlar aldı başını gidiyor. Maalesef haram para, bir şekilde Müslümanların da gırtlağından, çeşitli isim ve tevillerle geçirilmeye çalışılıyor. Sonra da çocuklar hayırsız çıkıyor, vuruyor, kırıyor, öldürüyor.
İki reklâmdan örnek size: “Doğanın iyisi, bilimin yenisi”, “Doğanın mucizesi anne sütünün bileşimi...” Maalesef, Allah’ın ikramı olan nimetleri yapan “doğa-tabiat”mış gibi lanse ediliyor. Bu çok büyük bir vebaldir.
Müslüman olduğundan şüphemiz olmayan büyük holdinglerin ve medyanın, hazırlattıkları, yayınlattıkları ve yayınladıkları reklâmların söz ve muhtevalarına çok dikkat etmeleri gerekiyor. Allah’ın yaratıcı olduğu vurgulanmalı. Tabiatın değil.
0rtaokulda okurken 1970’li yıllarda, TRT radyosunun o zaman tek bir yayını vardı. Bir sabah 6.30’da bir programda biri konuşuyor: “Tabiat yaratıyor, nasıl mı yaratıyor, yaratıyor işte canım” şeklinde sinirli sinirli konuşuyordu. O zaman telefon yoktu ki arayıp ikaz edelim.
Yıllar önce tek tük çıkardı böyle reklâmlar. İlgilileri ikaz etmeye çalışırdık. Onlar da mektuplarımızaa haklı olduğumuza dair cevaplar verirler, özür dilerlerdi.
Halen de pozitivizm-natüralizm, eğitimimizde hakimdir. “Allah yaratıyor” demeye korkuyorlar bazıları. Bediüzzaman Hazretleri, tâ 1922’den bu günleri görmüş, Müslümanları ikaz ediyor: “Ehl-i imanın da ağzından çıkan bazı kelimeler var, küfrü işmam (duyurmak, hafif olarak hissettirmek, koklatmak) ediyor.”
“‘Tabiatın insanlara en adilce dağıttığı nimet akıldır’ derler, çünkü hiç kimse akıl payından şikâyetçi değildir. Nasıl olsun? Aklını beğenmemesi için aklından ötesini görebilmesi lâzım.” Bu cümleler, 30 Eylül 2006 tarihli Milliyet Gazetesindeki Melih Aşık’ın köşesinden.
Bizde bir söz vardır: “Allah akıl dağıtırken sen neredeydin” şeklinde. Yukarıdaki tabiat sözcüğü yerine Allah kelimesini koyarak okuyun, bakın nasıl rahatlayacak vicdanınız ve ruhunuz.
Evet, bütün insanlığın; rahat ve huzur için İslâmiyetin ve Kur’ân’ın ter ü taze iman esaslarıyla tanışmalarına ve yaşamalarına acil ihtiyaç var. Değilse çok büyük insanî ve vicdanî yıkımlar bekliyor insanlığı. Allah’ın verdiği nimetler, bütün insanlığın ihtiyacını karşılayacak kadar çok ve bol. Kıskançlığa gerek yok. Yeter ki âdil bir şekilde bölüşüm sağlansın. Fazla yemek isteyenler obeziteden ölecek, Afrikalılar da açlıktan maalesef. Hesap da mahşerde ödenecek.
|