Faruk ÇAKIR |
|
Yeşil değil, kırmızı kart |
Bir yandan ‘kriz günleri geride kalıyor’ diye sevinirken, bir yandan da gelir dağılımındaki adaletsizliğin ağır faturalarını ödemeye devam ediyoruz. Sağlık Bakanı Recep Akdağ, bir milletvekilinin yazılı soru önergesini cevaplandırırken (17 Şubat 2010 tarihi itibariyle) Türkiye genelinde aktif olarak kullanılan yeşil kart sayısının 9 milyon 541 bin olduğunu açıklamış. Bu kartların bölgelere göre dağılımını gösteren ‘liste’ de aynı zamanda gelir dağılımındaki uçurumu gözler önüne seriyor. ‘Liste’ye göre Doğu Anadolu Bölgesi yüzde 25,38, Güneydoğu Anadolu Bölgesi yüzde 24,87, Akdeniz Bölgesi yüzde 14,53, İç Anadolu Bölgesi yüzde 10,17, Karadeniz Bölgesi yüzde 9,76, Marmara Bölgesi yüzde 8,57 ve Ege yüzde 6,72 şeklinde sıralanıyor. Türkiye’de pek çok şeyin ‘kayıt dışı’ olduğu biliniyor. Buna rağmen bir şehirde, bir bölgede ya da bir köyde yaşayanların 4’de 1’inin ‘yeşil kart sahibi olacak kadar fakir’ olduğunu düşünün... Böyle bir köyde, şehirde ya da bölgede ‘adaletli gelir dağılımı’ndan bahsedilebilir mi? Kısaca belirtmek gerekirse ‘yeşil kart’ alabilmek için hiçbir sağlık güvencesi olmamanın yanında ‘fakir’ olmak da gerekiyor. “Fakir olmayanlar da yeşil kart alıyor, bu rakamlar gerçek durumu göstermez” diyenler bir yönüyle haklı, ama tersi durumda olanlar da var. Bazıları var ki üzerinde meselâ bir ‘tarla’ tapusu var, ama nakit geliri yok ve sağlık hizmetlerinden istifade edemiyor. Kanunen ‘yeşil kart almak için uygun şart’lar taşımayıp, öte yandan da namerde bile muhtaç olanlar var. Hem, hakkı olmadığı halde yeşil kart alanlar varsa -ki muhtemelen vardır- bunları önlemek de Türkiye’yi idare edenlerin boynunun borcu. Netice olarak, 70 milyonluk Türkiye’de 10 milyon kişinin ‘yardıma muhtaç’ halde olması “Büyük Türkiye” idealine ve tablosuna yakışmayan bir durumdur. Elbette bu tablo bir yılın ya da bir dönemin problemi değil. Bu tablo, yıllardan beri devam eden ‘adaletsiz gelir dağılımı’nın bir neticesidir. Muhtaçlara yeşil kart veriyor olmak iktidar açısından belki övünülecek bir durumdur, ama aslolan insanları yeşil karta muhtaç hale getirmemektir. Bir yönüyle bu tablo, ‘hal ve gidiş’e gösterilmesi gereken ‘kırmızı kart’ şeklinde de anlaşılabilir. Yeşil kart sahibi sayısını azaltmak isteyenlerin atması gereken ilk adım, gelir dağılımındaki adaletsizliği ‘fakirler lehine’ değiştirme olmalıdır. Bakınız, bütün dünyayı etkileyen ciddî bir ekonomik kriz yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz. Bankaların bu krizden ‘kârlı’ çıkmaları tesadüf ya da onların başarısı mıdır? Yoksa adaletsiz gelir dağılımının bir neticesi midir? Bankalara işi düşen herkesin dile getirdiği şikâyetler var ve bu şikâyetler dikkate alınmıyor. Bankalar ekseriyetle ‘faaliyet dışı kâr’larla kasalarını dolduruyor ve bununla da övünüyorlar. En basitinden kullanılan kredi kartlarından alınan ‘aidat ücreti’ var ve bunca yıldır yapılan itirazlara rağmen kalıcı bir çare bulunamadı. Bankalar ne edip ediyor ve genellikle bu ücreti alıyor. Bankaların yaptığı yanlışlar içinde denizden bir damla olan bu icraatı bile durduramayanlar gelir dağılımındaki adaletsizliğe son verebilir mi? Keşke hiç kimse ‘yeşil kart’a muhtaç olmasa... 26.04.2010 E-Posta: [email protected] |