Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Yine asker ve yargı |
Geçen hafta, demokrasimizin en sancılı iki alanında yeni kriz dalgalarının zirve yaptığı ve buna paralel olarak çözüm arayışlarının da, yaşanan gerilimlerle iç içe geçmiş olarak yoğunlaştığı hararetli günler yaşadık. Balyoz planına yönelik soruşturma çerçevesinde bazı eski kuvvet ve ordu komutanlarının gözaltına alınması, Genelkurmay’da yapılan ve “Darbe hazırlığı mı?” diye sordurup “Komutanlar istifa edecek” iddialarına yol açan “or”lar toplantısı, ardından Köşkte Başbakan ve Genelkurmay Başkanı ile bir araya gelen Cumhurbaşkanının “Sorunlar demokrasi içinde çözülecek, kurumlar yıpratılmasın, herkes sorumlu davransın” mesajları içeren bir açıklama yapması, bu iki alandan biri olan askerî cenahtaki gelişmelerdi. Bazı TV kanallarının günlerce Genelkurmay önünden içi boş ve düzeysiz canlı yayınlarla “Bakın, ışıklar hâlâ yanıyor” diye kopardıkları yaygara ise, en azından bir kısım basının eski alışkanlıklardan hâlâ kopamadığının yeni bir örneğiydi. Genelkurmay toplantısının arkaplanına dair sızan bilgiler doğruysa, toplantı Başbuğ’un inisiyatifi ile yapılmış. Bazı yorumlara göre, bu, Başbuğ'un orduda duruma hakim olduğuna işaret . Karargâhta toplanan orgenerallerin içinde, Ergenekon sürecinde veya gündemdeki “plan”larda adları geçen ya da savcılıkça ifadeye davet edilen bazı kişilerin varlığı, dikkatleri çeken bir nokta. “Artık darbe yapamıyoruz, bari istifa edelim” mantığının ürünü gibi gözüken “istifa” lâflarının nereden kaynaklandığı da önemli bir soru işareti. Peki, toplantı sonrasındaki gelişmeler? Hava ve Deniz Kuvvetleri eski Komutanlarının, dört günlük gözaltı sonrası savcılık tarafından mahkemeye dahi çıkarılmadan serbest bırakılması, ister istemez karargâhtaki toplantıyla da irtibatlandırıldı. Çetin Doğan’ın tutuklanması ise bu irtibatı kısmen de olsa zayıflatırken, “Perde gerisi pazarlıklar mı var?” sualine de kapı araladı. Özden Örnek’in “Amirallerim tutuklanırken ben nasıl serbest kalacağım?” sözü de, aylar önce Mustafa Balbay’ın sorduğu “Ben buradayım, komutanlar nerede?” sualinde kendisini gösteren “çifte standart” kuşkusunu gündeme taşıdı. Aynı iddialarla suçlananlardan “üstler” serbest kalırken “astlar”ın tutuklanması, “Ergenekon’un da zencileri var” dedirten bu şüpheyi besliyor. Son gelişmelerin gölgede bıraktığı Erzincan-Erzurum odaklı yargı krizinde, hükümet katkısıyla gerçekleşen HSYK operasyonu ve yetkileri alınan savcının dosyayı son dakikada İstanbul’a gönderme atraksiyonunun akim kalması sonrasında, evvelce ifadeye çağrılan 3. Ordu Komutanı için sürecin devam edip etmeyeceği belirsiz. Ve son gelişmeler üzerine yine gündemin ilk sırasına taşınan yargı reformu bahsinde, Gül’ün devreye girmesiyle ilgili kurumlar arasında hızlanan görüşme trafiğinden ne çıkacağı da meçhul. Yapılan açıklamalara bakılırsa, bu alanda herkes reformdan yana, Ama kendi istediği şekilde. Hükümet, “AYM ve HSYK’ya üye seçimlerinde Meclis de devreye girmeli” ısrarını korurken, buna karşı çıkan yüksek yargı organları, yargı bağımsızlığının şartını Adalet Bakanıyla müsteşarının HSYK’dan çıkarılması olarak görüyorlar. AYM Başkanı ise, diğer sıcak gelişmelerin arasında kaynayıp giden mesajlarında, reformun iş bu noktaya gelmeden çok önce yapılması gerektiğini belirterek hükümete, ideolojik tavrını yargı bağımsızlığına sığınarak sürdürmeyi “hukuk ahlâkına yakışmayan bir onursuzluk” olarak nitelemek suretiyle de mâlûm zihniyete yükleniyor. Ve gelinen noktada hükümet üyeleri, beş yılı aşkındır “unuttukları” AB müktesebatını hatırlayarak, çözümün AB standart, norm ve uygulamalarında olduğunu belirten sözler söylüyorlar. Bu hengâmda, Atalay hakkındaki gensoru oylanırken AKP grubunun verdiği ciddî fire, yargı reformunu içeren bir anayasa paketi için, Mecliste, referanduma götürmeye yeterli sayının bulunup bulunamayacağı şüphesini güçlendiriyor. 02.03.2010 E-Posta: [email protected] |