H.İbrahim CAN |
|
Şili depremi: Fiilî duâ kabul edilince! |
Şili depremi dünyayı salladı. Son yüzyılın beşinci en büyük depremi, 8.8 ile ve kırkbeş saniyelik süresiyle Şili’yi ve bir çok komşu ülkeyi sarstı. Kulakları sağır eden bir yer gürültüsüyle kıvranan yerkabuğu üzerindekini atmaya çalışan vahşi at gibiydi. Sarsıntı durduğunda caddelerde dumanlar yükseliyor, insanların çığlıkları karanlıkları deliyordu. Bu manzara çok tanıdık geliyor değil mi? Büyük bir depremdi yaşanan. Ama burada bu devasa depremin yaptığı hasardan değil, yapmadığı hasar ve sınırlı can kaybından söz etmek istiyoruz. 17 Ağustos 1999 depreminde 7,4’lük şiddetine rağmen resmi rakamlara göre 18 bine yakın insan hayatını kaybetti Gölcük depreminde. Şili’yi vuran deprem ise bundan yaklaşık 500 kat daha şiddetli. Ama can kaybı şu ana kadar bin civarında kaldı. Hem de 15 milyon insanın etkilendiği bir depremde. Binaların bir kısmının çatıları çöktü, tarihi binalardan yıkılanlar oldu, yollar ve köprüler çöktü; ama can kaybı sınırlıydı. Peki neden? Çünkü Şili 1960 yılında ölçülebilen tarihin en büyük depremini yaşamıştı: 9,5. Bu da yetmemiş sonrasında 30 metrelik dalgalar üreten tsunamiyi yaşamıştı. Üç binden fazla kişi hayatını kaybetmişti. Buna yanardağ patlaması da eklenmişti. İşte Şili bundan dersini almıştı. Binalar yeniden inşa ederken, az katlı ve depreme dayanıklı inşa edilmişti. Hem de devlet desteğiyle binlerce depreme dayanıklı ucuz ev inşası gerçekleştirilmişti. İnsanlar tedbirliydi. Halk sürekli olarak bilgilendiriliyor, başka yerlerde anormal gelebilecek, deprem çantası taşımak gibi önlemler burada norm haline getiriliyordu. Okullarda deprem tatbikatları artık zorunlu müfredat konularıydı. Bütün bunlar 8,8 şiddetindeki ağır bir depremde bile insanların hayatta kalmalarını sağladı. Devletin olay sonrası müdahalesi çok hızlı oldu. Çünkü bu tür durumlar için her an güncellenen bir acil durum planı vardı. depremden birkaç saat sonrasından itibaren devlet başkanı Michelle Bachelet, dakika dakika durumu izliyor ve basına bilgi veriyordu. Acil durum planı hayata geçirilmiş, ekipler çalışmaya anında başlamıştı. Devletin başındakilerin bile ancak ertesi gün telefonla ulaşabildiği Gölcük depremiyle kıyaslamak bile mümkün değil olanları. Kısacası Şilililer deprem ikazından ders almış, yenilerine hazırlanmıştı. Devlet ve millet üzerine düşeni yapmış, sağlam binalar ve altyapılar inşa etmiş, halkını eğitmiş, özel sektör yatırımını depreme göre yapmıştı. İstanbul için aynı şeyi söyleyebilir misiniz? 1999 depreminden bu yana yaklaşık onbir yıl geçti. İstanbul beklenen—hatta iki fayın birlikte kırılması halinde 7,7’yi bulabileceği söylenen—Marmara depremine hazır mı? Bırakınız eski ve riskli binaların yıkılıp yenilenmesini, yeni yapılan binalar böyle bir depreme dayanıklı mı? Sizin oturduğunuz ev ne kadar dayanıklı biliyor musunuz? Tedbir almanın en önemli fiili dua olduğunu bildiğimiz halde, çoğumuz bir sürü bahaneyle—geçim derdi, imkânsızlık gibi geçerli sebeplerle bile olsa—çürük, çoğu kaçak evlerde oturuyoruz. Telâfi edilebilecekken halen hiç dokunulmayan birkaç sorunu sıralayalım: -Deprem esnasında patlayarak büyük yangınlar doğurabilecek, mahallelerin arasına serpiştirilmiş tüpçüler, kozmetik depoları, kimyasal fabrikaları, hatta benzin istasyonları halen yerinde duruyor. -Belediyeler halen bina bazında zemin etüdleri yaparak en riskli bölgeleri yenileştirme yoluna gitmediler. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Deprem Risk Değerlendirmesine ilişkin master plan çalışması yaptı. Özellikle Zeytinburnu’nda bir çok yüksek riskli bina belirlendi. Peki sonuç? Hemen hemen hepsi yerinde. -Kaymakamlıkların paslı kilitli afet yönetim merkezlerinde kimse çalışmıyor ya da çalışan varsa bile, o ilçede bir deprem olduğunda ne yapılacağı somut olarak planlanmıyor. -Kamu binaları güçlendirilmeye devam ediliyor. Peki büyük bir tahribat yapacağı tahmin edilen bir depremde bu binalara kapanan yollardan nasıl ulaşılacak? Peki ya köprüler ve viyadükler? Hâlâ güçlendirilmeleri devam ediyor. -Vatandaş deprem konusunu çoktan unutmuş durumda. Deprem çantaları atıldı, acil durum odaları kaldırıldı. Ve ne yazık ki Ceza Kanunu’na girmiş olmasına rağmen, hâlâ kaçak binalar ya da katlar yapılmaya devam ediliyor. Velhasıl Şilililer depremden ders aldılar ve Cenab-ı Hak fiilî dualarını kabul edip, canlarını bağışladı. Biz ise; fiilî dua olmaksızın, kavlî duaya sığınıp, çürük binalarda ve sağlıksız şehirlerde oturmaya devam ediyoruz. Sizce hangi yöntem daha doğru? 02.03.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (27.02.2010) - Altmışıncı yıldönümünde Kore Savaşı (26.02.2010) - Çıkmaza giren iki dış açılım (25.02.2010) - Avrupa’da yeni bir güvenlik yapısı mı kuruluyor? |