Önce istibdada/diktatörlüğe ve tahayyül edemeyeceğimiz kadar dehşetli zararlarına göz atalım: İstibdat, baskı, diktatörlük; zorla kabul ettirmek, tahakküm, keyfî işler, kuvvete dayanarak cebir kullanma, zorbalık, tek görüş, sû-i istimâle gayet müsait bir zemin, zulmün temeli, insanlığın mahvedicisi, sefalet derelerine yuvarlandıran, İslâm âlemini zillet ve sefalete atan, garaz ve düşmanlığı uyandıran, İslâmiyeti zehirlendiren, herşeye bulaşarak zehrini atan muzır bir haslettir.1
Yine Bediüzzaman, Müslümanları maddî cihette Ortaçağ’da durduran altı tane hastalıktan 5. sıraya “istibdadı” yerleştirir: 1- Ye’sin (ümitsizliğin) içimizde hayat bulup dirilmesi. 2- Sıdkın/doğruluğun/dürüstlüğün siyasî ve içtimâî hayatta ölmesi. 3- Adavete muhabbet. (Düşmanlığa sevgi beslemek) 4- Ehl-i imanı birbirine bağlayan nûranî rabıtaları bilmemek. (Hâlıkımız, Malikimiz, Peygamberimiz, dinimiz, kıblemiz vs. gibi binlerce birlik bağlarımız varken onlara bakmayıp; meslek, meşrep veya siyâsî noktadaki birlikteliğe önem vermemiz…) 5- Çeşit çeşit sârî hastalıklar gibi intişâr eden istibdat. (Bulaşıcı hastalıklar gibi yayılan baskı, diktatörlük) 6- Menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek. (Bütün enerjimizi, çalışmamızı, kendi çıkarlarımıza göre yapıyoruz. Oysa, Asr-ı Saadet dahil, İslâm tarihinde bütün yükselme devirleri; başkaları için, milleti için, insanlık için yapılan fedakârlıklarla doludur. Bu sayede, millet, toplum gelişip kalkınınca, kendileri de zenginleştiler!)”2
İstibdat, yalnızca askerî ve siyasî olmaz! İlmî, fikrî, hukukî, ailevî gibi çeşitli istibdatlar vardır. İlmî istibdat; Mutezile, Mürcie gibi bâtıl mezheplerin doğmasına sebep olmuştur. Yani, bazı âlimler; “Bu mesele böyledir, başka yolu yoktur!” diyerek düşünce ve tefekkür kapılarını kapattı. Buna başkaldıranlar da Mutezile, Mürcie gibi batıl yollara saptılar. Bediüzzaman ise, bir meseleyi anlatırken, “Yüzlerce hikmetlerinden birisi şudur ki, bir kısmını ben anlatacağım, gerisini sizin zekânıza havale ediyorum, işte denizden bir damla, kıyas ediniz!” gibi ifadelerle bu ilmî istibdat zincirlerini kırmıştır.
Bugün, ilmî, fikrî ve teknolojik açıdan perişan olan İslâm âleminin çoğunun başında diktatör zihniyetler vardır. Elbette istibdadın hâkim olduğu yerde ilerleme olmaz. Türkiye’de diktatörlük ve keyfîliği, CHP ve türevleri temsil eder. Türkiye Cumhuriyeti tarihine bakınız; bütün darbelerin arkasında bu parti vardır. Nerede bir fikrî ve teknolojik gelişme varsa, CHP karşısındadır: Çimento fabrikası yapılacak, CHP’liler, “Çimento mu yiyeceğiz!” diye karşı geldi; baraj yapılacak, “Bunca elektriği toprağa mı vereceksiniz!” diye karşı geldi; Boğaz köprüsü yapılacak, “Lükstür!” diye karşı geldi; özelleştirme yapılacak, “Ülkeyi satıyorlar!” diye karşı geldi. Ve bugün, ülkeyi baştan başa dolaşın, bütün fabrikaların, yolların, barajların, hatta manevî gelişmelerin altında “hürriyetçilerin/demokratların imzası” vardır.
Dipnotlar:
1- Münâzarât, s. 22; 2. Tarihçe-i Hayat, s. 79
04.07.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|