Gonca Hanım:
*“Ümmetin yetmiş üç fırkaya bölüneceği, bunlardan yalnız birisinin kurtulacağı ile ilgili rivayet sahih midir? Bunun izahını yapar mısınız?”
Ebû Hüreyre’nin (ra) ve Abdullah bin Amr’in (ra) ayrı ayrı rivayetleriyle Peygamber Efendimiz’in (asm) “Ümmetin yetmiş üç fırkaya bölüneceğini, bunlardan yalnız birinin kurtuluş fırkası olacağını” beyan buyurduğunu Dârimî’nin Siyerinden, Tirmizî’nin Süneninden, Süyûtî’nin Câmiü’s-Sağir’inden öğreniyoruz. Hadis şöyledir: “İsrailoğullarının başına gelen her şey, pabucun pabuca denkliği gibi, tıpa tıp ümmetimin başına da gelecektir. İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrılmışlardı. Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Onlardan bir fırkanın dışında hepsi Cehennem’dedir.”
Ashab-ı Kiram sordu: “Ya Resûlallah! O kurtulan fırka kimlerdir?”
Peygamber Efendimiz (asm):
“Benim ve ashabımın yolu üzere olanlardır” buyurdu.1
Kurtulan fırkanın, bire bir Peygamber Efendimiz’in (asm) ve ashabının yolundan giden fırka olduğu hadisin açık ifadesinden anlaşılıyor. Başlangıçtan günümüze fıkıhta, itikatta, ahlâkta, tasavvufta ve muhtelif ilmî ve meslekî dallarda çok zengin kurum ve kuruluşlarıyla Kur’ân’ı Sünnet üzere yorumlayan, doğru içtihatlar yapan, doğru İslâmiyet’i hayata aktaran ve kendilerine “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” denilen geniş fırkanın, Hadis-i Şerifin tanımladığı, tasvip ettiği ve müjdelediği kurtuluş fırkasından olmaya istihkakı ve istidadı vardır. Sünnetten veya doğru İslâmiyet’ten şöyle veya böyle sapmış olan fırkalar ise bu hadisin tokadına mazhardırlar.
Rehber ve kılavuz olarak sünneti öne alan ve Kur’ân’ı sünnet ölçüleriyle algılayan mezheplerin, meşreplerin, mesleklerin, cemaatlerin ve grupların ise, tamamının—Allah’ın izniyle—hadisin tebrik ettiği “kurtulan fırkadan” olduklarını rahmet-i İlahiye’den umuyoruz.
***
Edirne’den bir okuyucumuz:
*“Risâle-i Nur’un bazı yerlerinde bazı kelimeler Türkçe yazılırken, diğer bazı yerlerde aynı kelimelerin Arapça metin şeklinde yazıldığını görüyoruz. Meselâ Birinci Sözde ‘Bismillah’ kelimelerinin hepsi Türkçe yazılırken, On dördüncü Lem’anın İkinci Makamı’nda Arapça yazılmış. Bunun hikmeti nedir? Ayrıca; külliyatta Üstadımız bir meseleyi anlatırken, bazı yerlerde ‘hissettim; ama yazdırılmadı’ diye ifadeler kullanıyor. Ya da meselâ Yirmi Beşinci Mektub’a geldiğimizde, bakıyoruz, telif edilmemiş olduğunu yazıyor. Bunun hikmeti nedir?”
Birinci Söz, “Bismillahirrahmânirrahîm” kelimesini hem Müslüman’ın, hem de tüm mevcudatın hâl diliyle vazgeçilmez bir virdi ve zikri olarak ele almış ve bu mübarek kelimenin topyekûn derunî manası üzerinde yoğunlaşmış; On Dördüncü Lem’a ise “Bismillahirrahmânirrahîm” kelimesinde zikri geçen “Allah”, “Rahman” ve “Rahîm” ism-i mübarekleri üzerinde yoğunlaşmış ve bu isimlerin günü birlik hayatımız ile olan yakın ilişkileri deşifre edilmiştir.
“Bismillah” lâfzı ile “Bismillahirrahmânirrahîm” zikrinin kast olunduğu Birinci Söz’de, bu mübarek kelime için Türkçe ibare kullanılması, okuyucuya okuyuşta kolaylık ve algılamada rahatlık sağlamış; böylece okuyucunun dikkati “lâfız cildine” değil, doğrudan “mânâ ruhu” üzerine teksif edilmiştir. On Dördüncü Lem’ada ise, “Bismillahirrahmânirrahîm” ibaresinin bir âyet olduğundan hareketle, âyetin lâfız cildinden de “mânâ ruhuna” intikalin olabileceği gösterilmiş; âyetin her bir harfinde var olan sonsuz sırlardan beş-altı sırlı bir tetkikat ve keşfiyât yapılmıştır. Bu çerçevede “Bismillah”, “Bismillahirrahmân” ve “Bismillahirrahmânirrahîm” ibareleri için ayrı ayrı paragraflar açılmış, nihayet “rahmet” ekseni etrafında muhtelif izahlar ve tefsirlerde bulunulmuştur. Bu tefsirler ve izahlar yapılırken lafız cildinin gizemli ve esrarlı harflerine manevî yelkenler açıldığından, lâfızların Arapça aslından olduğu gibi yazılması uygun bulunmuştur.
Risâle-i Nur’da kimi yerlerde rastladığımız, “yazdırılmadı”, “telif edilmedi”, “mezun değilim”, “izin verilmedi”, “kapı açılmadı”, “kapı kapandı”, “perde kapandı”, “sünuhât kesildi” gibi tabirlerle; bu eserlerin ilham ürünü olduğunu, Kur’ân’dan çağımızın yaralarına uygun ilaçlar olarak doğrudan geldiğini, yani yazdırıldığını ve Bediüzzaman Hazretlerinin bu hakikatler için bir tercümanlık ve tebliğ vazifesi gördüğünü anlıyoruz. Testisini doldurup su dağıtan sucunun “su kesildi” demesi, musluğun başında başkasının bulunduğunu, yani suyu açanın veya kesenin başkası olduğunu gösterir. Biz, istifade etmeye bakmalıyız.
Dipnotlar: 1- Câmiü’s-Sağîr, 3/3292; Tirmizî, İman, 18
04.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|